6 Aralık 2011 Salı

ADALET BUNUN NERESİNDE?**

Televizyonlarda bir ülkenin başbakanı Erdal Eren'e, Necdet Adalı'ya ağlarken, siz ağlayamazsınız. Geldiğiniz geleneğin büyük isimlerini anmaya kalktığınızda mesela Mahir Çayan için THKP/C'li, Deniz Gezmiş için THKO'lu, İbrahim Kaypakkaya için TİKKO'lu olursunuz. Bu isimdeki örgütler artık tarih sayfalarından silinse bile onları anmak suçtur. Kitapları serbestken, onlara yazılan kitaplar serbestken onları okumak isteseniz bile evinizde o kitaplarla basıldığınızda, o kitapların hepsi sizin terörist olmanıza neden olan kanıtlardır. Hadi diyelim o ülkenin başbakanı sizin yerinize düşünüyor olsun, eğer o düşünüyorsa bu isimleri ve siz de onun düşüncelerine ortak oluyorsanız, o ağlıyor ama siz ağlayamıyorsanız, o anıyor, o okuyorsa onların yazdıklarını ama siz yapamıyorsanız bunları, adalet bunun neresinde?

Bugün siz o başbakanı ve onun politikalarını eleştiriyorsanız marjinalsiniz, vatan hainisiniz ama o başbakan sizin görüşlerinizi eleştirme hakkını buluyorsa kendinde hatta daha ileri gidip sizin etnik kökeninize, dininize karışıyorsa, farklı dinlere ve kökenlere hoşgörüyle yaklaşmıyorsa ve siz bunları da ve böyle düşünen başbakanı da eleştiremiyorsanız adalet bunun neresinde?

Bugün uzun tutukluluk sürelerinden şikâyet eden bir başbakan ve aynı zamanda iktidardaki partinin genel başkanı eğer bunu değiştirmek istemiyorsa, laf edebiyatından öteye gidemiyorsa adalet bunun neresinde?

Eğer bir başbakan hukuktan ve adaletten bahsedip, Hizbullahçıları serbest bırakmayacak düzenlemeleri yapmıyorsa, devlet olarak Sivas davasında, Hrant Dink davasında yargıya yardımcı olmuyorsa, N.Ç. davasında olmaz böyle şey demiyorsa, tüm güç elindeyken hukuka adaletli olması için gerekli ayarları veremiyorsa adalet bunun neresinde?

Kendini siyasal yollardan, seçimle devirmek isteyenleri darbeci yapıyorsa eğer bir başbakan, mitinglere, grevlere hak olarak bakmıyorsa adalet bunun neresinde?

Kayıp binlerce insanın akıbetini araştıracağına söz veren bir başbakan eğer kayıpları aramak bir tarafa daha da artmasına engel olamıyorsa, ailelerin gözyaşlarını dindiremiyorsa, tamam diyelim çoğu kendi partisinden önceki olaylardı ama her cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda mağdur insanları polis teröründen korumuyorsa adalet bunun neresinde?

Kitap yazanlardan, araştırma yapan gazetecilerden terörist yaratılıyorsa eğer, devletin geçmişteki lekeleri, sorunları eğer bir şov malzemesinden öteye gidip çözüme kavuşmuyorsa adalet bunun neresinde?

Asimilasyon uygulamaya çalışıyorsa, kendi kafasındaki tek tip insan modelini hayata geçirmek istiyorsa eğer adalet bunun neresinde?

Bunlar gibi eminim zorlarsak yüzlerce adaletsiz durumu yazabiliriz. Adaletin o ülkeye uğramadığını görebiliriz. Sadece lafta bir adalet olduğunu artık o algılamayan beyinlerimize sokabiliriz. Orası yok hukuk devleti, şöyle adalet böyle adalet palavralarını sıkmayabiliriz. Şimdi bu kadar sorudan sonra, bu kadar adaletsizliğin üzerine nasıl bir kalkınma kurulabilir ki? Nasıl kalkınabiliriz ki? Bir insan bu kadar adaletsizliğin üzerine kalkınmanın olmayacağını anlayamaz mı? Temeli sağlam olmayan bir binadan ne beklenebilir ki? Herhalde laf edebiyatlarıyla, mağdur ağlak halleriyle, partilerine verdikleri isimle, herkesten dalgasını geçiyorlar.


**: Diyelim ki dedik ve böyle bir başbakanı hayal ettik hep beraber. Gerçek kurum, kuruluş ve kişilerle bir ilişkisi yoktur. Tamamıyla hayal ürünüdür. Yoksa bugün bizim ülkemizde adalet, hak, hukuk, insanların düşünce özgürlüğü ve diğer konularda hiçbir sıkıntı yoktur. Umarız bunları hayal ettik ama gerçek olmaz.

30 Kasım 2011 Çarşamba

AKP'nin Sol Muhalifleri Uyutma ve Sindirme Taktiği


Sol, darbelerde değil darbeden de önce bölündü maalesef. 1980 darbesinden önce 49 ayrı fraksiyonun (siyasi ve örgütlü grubun) olduğunu çok iyi biliriz. Aynı şekilde de o yıllardan bu yıllara kadar sol, hiçbir şekilde birleşememiştir. Tabi sol derken kimlerden bahsettiğimizi de belirtmemiz gerekiyor. Günümüzde kendini ulusalcı, sosyalist, komünist, vatansever olarak tanımlayanlar Türkiye'nin sol kısmını oluşturuyor. Şimdi bu noktada birkaç örnekle bunu açıklamak gerekiyor:

CHP: Bugünlerdeki CHP özellikle milletvekilleri üzerinden (Haberal ve Balbay'dan bahsediyorum) Ergenekon davası sanıklarını, Oda TV sanıklarını savunmaktadır.

İşçi Partisi: Özellikle partinin genel başkanı Doğu Perinçek üzerinden Ergenekon davası sanıklarını, Oda TV sanıklarını savunmaktadır.

Öğrenci Kolektifleri - ÖDP - Halkevleri: Özellikle ÖDP'nin ve Halkevleri'nin büyük örgütlenme içinde olduğu Hopa'daki olaylardan sonra ve Hopa protestolarında Ankara'da ve İstanbul'da çıkan olaylardan sonra üç farklı siyasi grup bu davalarda büyük bir direnç göstermektedir. Ayrıca Öğrenci Kolektifleri de tutuklu bulunan arkadaşlarına olan desteklerini sürekli sürdürdüklerini söylememiz gerekiyor.

BDP: İlk önce BDP'nin burada ne işi var diyebilirsiniz ancak BDP'nin etnik bir meseleden daha öte içindeki sosyalist etmene de değinmeden geçmek doğru olmaz. KCK tutuklamaları özellikle BDP'nin karşı karşıya olduğu büyük bir soruna dönüştü. Bu yüzden de öncelikle BDP; daha sonra da BDP'ye destek veren EMEP, EDP, EMEP, Sosyalist Gelecek Partisi Hareketi, EHP, SODAP, Köz tarafından eleştiriliyor.

* KCK tutuklamalarına ÖDP'nin de tavır koyduğunu belirtmekte fayda var.

TKP: Özellikle tutuklu bulunan üniversite öğrencilerinden yana tavır koyan bir tutum içindeler. Onun haricinde diğer sol grupların sorunları hakkında bir tutumları bulunmamaktadır.

SDP - Toplumsal Özgürlük Platformu: Hanefi Avcı'nın kitabından sonra Hanefi Avcı'yla birlikte tutuklanan isimler vardı anımsarsanız. Devrimci Karargah ile ilişkilendirilmeye çalışılanlar SDP'nin ve TÖP'ün üst düzey yöneticileriydi. Çoğu tahliye edilmekle birlikte hala bu davadan yargılanan isimler bulunmaktadır.

Bu örneklere baktığımızda, solun kendi içinde ne kadar bölündüğünü fark edebiliyoruz. Kimi kimine darbeci sıfatını yakıştırırken, kimileri de diğerlerine terörist diye ithamda bulunabiliyor. Bu davaları savunmak bir kenara, yargılamalara baktığımızda her davada da saçma sapan ilişkiler, ithamlar olduğunu görmek zor değil. Basına yansıyan polislerin kanıtları nasıl ayarladığı videolarından tutun da, basının terörist diye damgaladıkları insanların aslında izinsiz gösteriden tutuklandığına kadar ya da parasız eğitim istedi diye aylarca içeride tutuklu kalanlardan tutun da tek delil taktığı poşu olan öğrenciye kadar ya da Toplumsal Cinsiyetçilik dersi verdi diye tutuklanan öğretim üyesinden tutun da hükümeti yasal yollardan devirmeye yeltenen -ki demokrasi aslında tam da budur- kişilere kadar birçok saçmalık var ki. Görüşlerini bir kitapla belirtmiş olan yayınevi sahipleri veya görüşlerini ve araştırmalarını kendi köşelerinden veya yazdıkları kitaplardan açıklamış gazeteciler de cabası.

İşte tam bu noktada AKP'nin yapmış olduğu cinlikten bahsetmemiz gerekiyor. Ergenekon ve Oda TV davasından yargılananları kimi sol kesimler darbeci olarak adlandırırken, KCK, Hopa, Devrimci Karargâh’tan yargılananlar ise terörist oluyor. Aslında bunlar darbeci veya terörist demek, davalar sonuçlanmadan mümkün değil. Ama işte bu tam da AKP'nin cinliği olarak karşımıza çıkıyor. Kendi içindeki davalarla boğuşan örgütler kendilerine yapılanları haksızlık olarak görürken, diğer örgütlere yapılanları demokrasinin devamlılığı olarak görüyor. İlla ki bazı şeylere karşı çıkmak için o olayların içinde yer almanız gerekmez. Zaten sol olabilmek de bu olmalı. Gördüğünüz bir aksaklığı veya yanlışlığı hiç içinde yer almasanız bile eleştirmeniz gerekiyor. Sol dediğimiz olgu budur ve tüm hepsinden daha farklıdır. Eğer AKP'nin bizi uyutma taktiğini görebilirsek, AKP'nin fazla etkili olmadığı bir Türkiye'yi sağlayabiliriz. Ancak bu anlayış devam ederse, Murat Uyurkulak'ın Tol romanının en başındaki cümlede dediği gibi "Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi."

27 Kasım 2011 Pazar

Gazete Tirajlarına Akp Etkisi


AKP hükümetinin medya üzerinde boğucu bir baskı yaptığı bir gerçek.

Gazetecilerin işten atıldıkları, cezaevine sokuldukları, köşe yazmayı bıraktırıldıkları da saklanmayacak kadar bilinen bir hakikat. Gazete patronlarının mali kıskaç altına alınmak istendiği; alındığı; iktidara yakın işadamlarına devlet bankaları kredileriyle gazete-TV aldırıldığı da biliniyor.

Yani, medyanın AKP hükümeti döneminde yaşadıklarının başka örneklerini vermeye gerek yok. Peki bu durum tirajlara nasıl yansıdı?

Tiraj raporunu 09.12.2002-15.12.2002 tarihleriyle başlatıp 31.10.2011-06.11.2011 ile karşılaştırdık.

HÜRRİYET: 461 bin 504 tirajı varmış. Şimdi tirajı 404 bin 142. Fazla bir kayıp yok gibi gözüküyor. Ancak Hürriyet bu süreçte bir dönem 600 bin tiraja ulaştığını anımsatalım.

POSTA: 414 bin 382 olan tirajı 423 bin 400’e çıkmış görünüyor. Posta’nın da, Hürriyet gibi bu süreçte bir dönem 700 bin tiraja çıktığını hatırlatalım.

MİLLİYET: 280 bin 202’den 128 bin 891’e düşerek büyük bir tiraj kaybına uğradığı görülüyor. Bunun temel sebebi yayın çizgisinde son 10 yılda bir türlü istikrar gösterememesi olabilir mi?

SABAH: 384 binden 325 bin 554’e düştüğü görülüyor. Ancak bu rakamın bile şişirildiği iddia ediliyor. Bu nedenle bu gazeteyle ilgili doğru bir değerlendirme yapılamaz.

VATAN:  En büyük kayıplardan biri bu gazeteye ait. 273 bin 798’den 105 bin 822’ye gerilemişti. AKP hükümetine ilk yıllarda muhalefet olup son dönemde parti organı gibi çıkması bu büyük düşüşe neden olabilir mi?

AKŞAM: Sürekli kan kaybeden gazetelerden. 206 bin 966’dan 104 bin 913’e kadar gerilemişti. Bu gazetenin de son yıllarda yayın çizgisi konusunda kafa karışıklığı yaşaması bu tiraj kaybına neden olmuş olabilir mi?

STAR: Uzanların Star gazetesinin tirajı 353 bin 783 idi. Yandaş Star gazetesinin onca masrafa rağmen tirajı 119 bin 599.

SÖZCÜ: Tirajı 121 bin 129 idi. Sözcü’nün tirajı ise 217 bin 045.

AKİT: Herkese saldırması nedeniyle çarptırıldığı tazminat paralarını ödememek için “Vakit” kapatılınca çıktı. Vakit’in tirajı 55 bin 191 idi. Akit’in tirajı ise 3 bin düşük, 52 bin 727. AKP hükümeti bu gazeteye yaramamış görünüyor.

CUMHURİYET: 41 bin 014’ten 48 bin 804’e çıkmış tirajı. Ama böyle olağanüstü dönemlerde tirajını hep ikiye, üçe katlatan bu gazetenin 7 bin tiraj fazlası başarı sayılabilir mi?

RADİKAL: İsmet Berkan’ın Radikal’inin 46 bin 597 tirajı vardı. Eyüp Can’ın Radikal’i 31 bin 170.

MİLLİ GAZETE: Şaşırtıcı bir çıkış yapmış; 13 bin 153’den 50 bin 755 tiraja ulaştı.

YENİ ASYA: O da tiraj şampiyonu; 7 bin 688’den 52 bin 830’a yükseldi.

ZAMAN: Bu gazetenin bayi satışı 25 bin dolaylarında hala. Ama bir abone oyunuyla tirajlarıyla sürekli oynadıkları için sağlıklı bir değerlendirme yapmak güç, bu neden bir yorum yapmıyoruz.

TÜRKİYE: 122 bin 081’den 134 bin 975’e çıkmış.

TAKVİM: 131 bin 892’den 109 bin 155’ düşmüş.

EVRENSEL: 3 bin 537’den 5 bin 732’ye çıkmış.

Kaşif Kozinoğlu'nun Aydınlık'a Yazdığı Mektuplar

Hükümet bu mektupların basında yer bulamaması için oldukça yoğun bir şekilde çalıştı. Vicdani reddi ortaya attı bedelli çıkarttı yetmedi Dersim oyununu oynadı. Bir yandan bunları yaparken diğer bir yandan da mektupları yasaklamaya çalıştı ama Aydınlık Gazetesi çok önemli bir gazetecilik duruşuyla mektupları teker teker yayınladı. İşte karşınızda 16-17-18-19 Kasım tarihli Aydınlık Gazetesi kupürleri.
























24 Kasım 2011 Perşembe

Hükümet Dersim ve Askerlik Gündemiyle Neyi Saklıyor?

Medya manipülasyonu yazımın ilk bölümü askerlikle ilgiliydi, şimdiyse ikinci kısmı olan Dersim'e değinicem. Fakat sanıldığı gibi Dersim konusunu deşmek hatasına düşmeyip, bunu başka bir yazıya saklıycam. Bu yazıda asıl değinmek istediğim hükümet bu eski ve kör dövüşüne dönmüş tartışmaları bir anda hortlatarak neyi hedefliyor?

Medya manipülasyonu Kaşif Kozinoğlu'nun ölümü üzerine tasarlanarak başlatılmıştır.

Tarih:12 Kasım

Kozinoğlu 'şüpheli' bir biçimde ölür.

Tarih:13 Kasım

Kimseyi tatmin etmeyen ve 'şüpheli' yaftası giydirilen otopsi sonucu gazetelere yansır.

Tarih:15 Kasım 

Kozinoğlu'nun koğuş arkadaşlarından otopsiyi tekzip edecek açıklamalar gazetelerde yer aldı. Gerek Silivri de gerekse gelen ambulansta doktor bulunmaması ve yolda başka bir ambulansla doktor transferi olduğu söylenen transferin gerçekleştiği ortaya çıkar.

Tarih:16 Kasım

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz vicdani red açıklaması yapıverir.

Tarih:17 Kasım

Başbakan tarafından bedelli açıklaması yapılır.
Ve herkes sadece askerliğe odaklanarak beklemeye geçer.

Tarih:18 Kasım-21 Kasım

Aydınlık gazetesi Kozinoğlu'nun mektuplarını paylaşır.

Tarih:22 Kasım

Vicdani red aşağılanarak bedelli ilan edilir. Hem bedelli aklanır, hem Kozinoğlu ölümü unutturulur.

Tarih:23 Kasım
Mektup mevzusunun hortlaması riskine girilmeyerek, içinden çıkılmaz bir Dersim tartışması ortaya atılır başbakan tarafından. Dersim manipülasyonu sayesinde ise hem bedelli konuşulmaz hem mektuplar iyice unutturulur.

Dersim için başbakan tarafından yapılan özür konuşması irdelendiğinde de açıklamanın son derece sunice ve oy endeksli yapıldığıda net şekilde görülmektedir.

23 Kasım 2011 Çarşamba

Hükümetin Askerlikle Gündem Oyalamaları

Son günlerde tartışılan askerlik ve Dersim katliamı üzerinden yapılan medya manüpilasyonunu yazmak istiyorum.
Bu yazıda vicdani redde ve bedelliye değinelim.

İlk olarak bedelli askerlik dillendirildi.. Profesyonel ordunun kurulmaya başlandığı bu yüzden sıcak bakılabilineceği fakat alt yaş sınırının 35 olacağı güvence edildi. 200bin kişinin yararlanacağıda eklendi. Fakat birkaç hafta sonra bir anda vicdani red su yüzüne çıktı. Bedelli unutuldu..

Aşağıdaki iki link iktidara en yakın olan gazeteler içerisinden en popüler olan ikisine ait.
Zaman ve Sabah
Tarih: 16 Kasım
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1202585
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/11/15/vicdani-ret-aciklamasi

Bu gazeteleri bilhassa seçtim. 'Gündemimizde olmadı' açıklamasında dikkati tekrar buraya çekicem. Şimdilik bu gazeteler dahil hepsinde vicdani red açıklamalarının çıktığını aklımızda tutalım.

Şimdiyse bedelli askerlikle ilgili ilk resmi açıklamaya bakalım;

Tarih:17 Kasım
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/11/17/bedelli-calismasi-bitti-haftaya-yasa-cikiyor

Gündem tam anlamıyla vicdani red üzerine yoğunlaşmış tepkiler artmışken bir anda yine terse yatırılıyor medya. Tam bir karmaşa hakim hem sosyal mecrada hem görsel mecrada hem de yazılı mecrada.

Bu sefer 5 gün sonra,

Tarih:22 Kasım
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19303120.asp

Erdoğan şov başlar, vicdani red yerden yere vurularak askere sahip çıkıldığı izlenimi verilir. Biraz peygamber ocağı, biraz Muhammed derken, gönül çeşmelerine dokunulur. Bakın biz her zaman olduğu gibi Türkiye'yi kucaklıyoruz. Askerlerimize haksızlık yapmıyoruz. Vicdani red gibi bir 'ahlaksızlığa' göz yummuyoruz.

Haksızlık yapılmıyorsa bedelli nasıl çıkıyor?

Şu iki bilgi bunun yeterli cevabı

Bedelliden faydalanacak kişi sayısı 400bin küsur

Gelir 13 trilyon lira

Muhafazakar parti bedelli çıkarıyor. Muhafaza ettiği değeri iktidarının ekonomik krizden etkilenmemesi için satıyor. Ama seçmen içini ferah tutsun en azından parasız yırtamıyorlar!

Fakat enteresan olan noktalardan biride Erdoğan'ın 'Gündemimizde olmadı' açıklaması.

Nasıl olmaz? 15 kasımda Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz açıklamadı mı? 5 gün boyunca bütün medyada bu tartışılmadı mı? Tüm gazete ve siteler bunu yazmadı mı?

Özgürlükçü parti vicdani reddi yerin dibine sokuyor. Özgürlük teması uçup gidiyor..

Yazıyı seçimden bir ay önce Erdoğan'ın bedelliye karşıyız açıklamasını yaptığı Mayıs 2011 ile Kasım 2011 tarihli bedelli tamam açıklamalarının bulunduğu videoyla yapıyorum.

http://www.guzelvideo.com/335-recep-tayyip-erdoganin-mayis-ayindaki-bedelliye-karsiyiz-yorumu.html

Devletin Dersim'le Yüzleşmesi Ne Kadar Samimi?

Bir zamanların kati suretle konuşulamaz konusu olan Dersim Katliamı artık konuşulur olmaya başladı, aynı diğer meselelerde de olduğu gibi. Kim suçlu, kim değil vs. bunlar tabi ki açılması gereken arşivlerin açıldığı vakit belli olacak. Tabii Genelkurmay, Türk Tarih Kurumu ve Başbakanlık arşivlerinin artık devlet tarafından açılması gerekiyor. Ancak bugün çok önemli bir olay yaşandı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bazı belgelerle birlikte bir açıklamada bulundu. Ne kadar ölenin olduğunu, raporların altında kimlerin imzalarının bulunduğu açıkladı. Ve en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak özür diledi. Tam anlamıyla yapılması gerekenlerin en başında bu geliyordu ve sırada arşivlerin açılması meselesinin halledilmesi gerekiyor. Tabi bunun yanında CHP'nin içinde yer almış bakanların, milletvekillerinin -hatta çoğu bu partiye damgasını vurmuş isimler- adına CHP'nin de bir özür dilemesi gerekiyor. Hatta artık kendi içinde ulusalcı-milliyetçileri bir kenara koyup, çok iyi bir şekilde bu konuyu tartışması ve çıkan sonuçları da eğer ki özür dilerse, onunla birlikte açıklaması gerekiyor. Yani demokrasinin olabilmesi için, CHP'nin yaptığı yanlışı görebilmesi, halkına olan sorumluluğu bunu gerektiriyor. CHP'nin tavrını şu anda bekleyip, görmekten başka çaremiz yok.

Dersim'deki katliamda kafası koparılan
biriyle, kafasını koparan askerlerin fotoğrafı
Şimdi devlet yani hükümet yine yani AK Parti özürle birlikte önemli bir adım etti demiştik. Daha sonra bu konuyla ilgili yapılması gerekenleri de kendi fikirlerimizle birlikte söylemiş olduk ama bir de bu tür meselelere başka bir taraftan bakmakta da işin özünü kavramak açısından büyük bir yarar var.

Bizim tarihimizde tek bir katliam yok maalesef. Dersim'in üstüne daha tam anlamıyla bilemediğimiz Osmanlı Devleti'nin yaptığı Ermeni ve Süryani katliamları var (her ne kadar Osmanlı'nın yapmış olduğu katliamlar da olsa yeni kurulan Türkiye'nin büyük sorunlarından olmuşlardır). Maraş, Çorum, Sivas katliamları da var. Ayrıca siyasi olarak 1 Mayıs, Bahçelievler katliamları; yine Dersim'le bağlantılı Zini Gediği katliamı; 2000'lerin gerçekleşen olan Hayata Dönüş Operasyonları; Kürt halkına karşın gerçekleşen köy boşaltmalar ve yakmalar, Orgeneral Mustafa Muğlalı'nın sivil Kürt halkına karşı yaptığı katliam gibi başka benzer olaylar ve katliamlar da mevcut tarihimizde. Tabi arada JİTEM ve derin devleti de unutmamamız gerekiyor. Şimdi bu saydıklarıma katılıp, katılmamak; olmuş ya da olmamış demeniz hiç önemli değil. Asıl gerçekleşmesi gereken olay bunların hepsinin konuşulması, belgelerin açılması suç veya suçlular var mı yok mu tartışılması gerekiyor. Geçmişimizle yüzleşmek için, artık gerçeklerden korkmamamız için, doğruyu yanlışı anlayabilmek için arşivlerimizi açıp, tartışmamız gerekiyor.

Buradan yine bağlantılı bir konuya da girmek gerekiyor. Sivas'taki insanları yakanlar yani -benim tanımlamamla- yamyamlar ve yamyamların avukatlarının nerelere geldiği, kimlerle işbirliği halinde olduğunu artık biliyoruz (en alttaki linkte bu haberi bulabilirsiniz). Artık devletin gelecekteki adımları bu konulara da bir açıklama getirmesi ve suçlu olduğu yerlerde özür dilemesidir. Aynı şekilde bu yamyamların ve avukatlarının kendileriyle alakalarını açıklamaları gerekiyor. Evet, kabul ediyorum Dersim'le ilgili devletin yani başbakanın çıkıp özür dilemesi büyük bir adımdır ancak AK Parti ucu kendilerine dokunan konularda da aynı kararlılıkla davranırsa eğer işte o zaman bunun ve bu diledikleri özrün ne kadar samimi olduğu anlayabileceğiz. Eğer ileri adımlar atılmazsa başbakanın özrü siyasal bir şova, o açıklamayı dinleyenlerin göz yaşları da timsah göz yaşlarına dönüşecektir. Bunun bir şov olup olmadığını artık bekleyip, göreceğiz. Umarım AK Parti bu sefer bizi yanıltır da bir kez de olsun samimi olduğunu belli eder. Yoksa şov aynı şov olmaktan öteye gidemez.


Birgün yazarlarından Onur Caymaz’ın Sivas Katliamı ile ilgili haberi: http://bugeminezamandirburada.blogspot.com/2011/07/teshir-edecegiz-durmadan.html

20 Kasım 2011 Pazar

Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek

Jessica Williams, dünyanın röntgenini çekmiş. Tespitlerini ise "Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek" adını verdiği bir kitapta toplamış.

Aykırı Yayınevi'nden piyasaya yeni sürülen bu kitap, oldukça ilginç.

"50 gerçek" olarak adlandırılan aykırılıklar, yanlışlıklar veya sorumsuzluklar, ilk bakışta birbiriyle ilintili gözükmeyebilir. Ama her biri, dünyanın çivisinin üzerine bir balyoz gibi iniyor.

"Yokoluş"a doğru hızla sürükleniyoruz.

Kendi ikbalimiz için fır dönerken, bir de dünyanın nasıl döndüğüne bakalım...

İşte, dünyayı tersine çeviren 50 gerçek:

1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl

yaşıyor.

2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.

3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik

oranına sahip.

4- Çin'de 44 milyon kadın kayıp.

5- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.

6- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti.

7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla

bilgiye sahip.

8- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon,

Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.

9- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak, 9'unda

ise cezası ölüm.

10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.

11- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda

hayatını kaybediyor.

12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.

13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.

14- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.

15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.

16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon

dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.

17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.

18- 15 yaşındaki İngilizler'in yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri

sigara içiyor.

19- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre

üyesi için 125 kişi çalışıyor.

20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.

21- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve taciz

vakası yaşandı.

22- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını

tanıyanlardan fazla.

23- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.

24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.

25- Amerikalılar'ın üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.

26- 150'den fazla ülkede işkence var.

27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor.

28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.

29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.

30- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.

31- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.

32- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.

33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için

yaşanıyor.

34- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS.

35- Her yıl 10 dil ölüyor.

36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.

37- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.

38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.

39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.

40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.

41- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk sezonunda

32 milyon kişi oy kullandı.

42- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.

43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri

harcama yapıyor.

44- Dünyada 27 milyon köle var.

45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç

haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.

46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.

47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor.

48- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi, atmosfere

kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.

49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.

50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile

çocuklarına göre 3 kat daha fazla

14 Kasım 2011 Pazartesi

Biraz Susalım da Müzik Çalsın

Kabul edelim blog epeyce bir politik ve de ayrıca toplumsal olaylara duyarlı hale geldi. Bunun yanında işin eğlence kısmını biraz ihmal ediyoruz. İşte böyle bir dönemde kendi dinlediklerimden yola çıkarak Türkçe ve diğer diller olmak üzere iki tane müzik kanallarının söylemiyle Top-20 diyebileyeceğimiz bir liste yaptım. İçinde tanıdıklarınız, tanımadıklarınız bir sürü isim var. Bir eleştirmen üslubuyla şu şundan daha iyi anlamında değil, sadece kendi dinleme zevkime göre oldu bu liste. İçinde bandrollü albümü olmayan isimler de var, yıllarını bu işe vermiş isimler de. Özellikle popülaritesi düşük, ama yine de bazılarının ismini duyduğunuz bir liste oldu. Mor ve Ötesi veya Duman gibi isimlerden özellikle uzak durup, alternatif bir şeyler olması için çabaladım. Artık "biraz susalım da müzik çalsın."

Bizden Top-20:
20. Ayça Şen
19. Kara Güneş
18. Nükleer Başlıklı Kız
17. Da Poet
16. Mira
15. Yora
14. Saian "Sakulta Salkım"
13. Jülide Özçelik
12. Mabel Matiz
11. Baba Zula
10. Direc-t
9. Siya Siyabend
8. Melis Danişmend
7. Can Bonomo
6. Alatav
5. Birsen Tezer
4. Jehan Barbur
3. Pilli Bebek
2. Bandista
1. Luxus

Dünyadan Top-20:
20. Clint Eastwood
19. Band of Horses
18. Boikot
17. Amparanoia
16. Inti-Ilimani
15. Max Richter
14. The do
13. Victor Jara
12. Nouvelle Vague
11. Humanwine
10. Oi Va Voi
9. Regina Spektor
8. Olivia Ruiz
7. Alberto Iglesias
6. Mercedes Sosa
5. Zaz
4. Farid Farjad
3. Yann Tiersen
2. Dutch
1. Beirut

Bunlar da Var: Listeye koymadığım daha usta isimler...
Hüsnü Arkan, Kardeş Türküler, Tanju Duru, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Arto Tunçboyaciyan, Aynur Doğan.

13 Kasım 2011 Pazar

BDP'nin Siyasetsizliği

Özellikle bu seçimlerdeki bazı adaylarıyla heyecan yaratan ve özgürleşme yönünde(kendi siyaset yapısı içerisinde) büyük bir adım attığını düşündüğüm ve beklenti içerisine girdiğim bir partiydi bdp. Fakat seçimden bu yana yaşadığımız olaylar karşısındaki siyasetsizliği bdp'nin özgür olmadığını, olamadığını, korktuğunu göstermektedir.

Silahsızlanma sürecinin bitmesi ve başlaması yönündeki emarelerin arttığı dönemlerde nedense koyu bir siyasetsizliğe sürüklenmekte bdp, onların yerine pkk'nın yönetici kadroları fikir beyan etmekte icraat göstermekte ve muhattap alınmaktadır. Zira bdp kürt halkının temsilcisi olduğu iddiasında iken böylesine kritik dönemlerde bayrağını pkk'ya devretmesiyle bu noktada kendisini çözümün anahtarı olmaktan çok uzağa taşımaktadır.

Bunun yanında Abdullah Öcalan'ın dinlenmesi konusunda fikirler beyan etmiştir. Eğer ki kendini 80 darbesinden bu yana tahammülsüz çileler çeken Kürt halkının özgürleşmesini sağlayacak merci olarak gören bir parti Öcalan'ı muhatap almaya çağırıyor ise devleti, burada büyük bir siyasetsizlik vardır. Öcalan tüm sorunları şiddetle çözebileceğini zanneden bir örgüt lideridir. Öcalan net fikirleri olmayan liderlik vasıfları zayıf ve sözlerinin fikirlerinin tutarsızlığı ile Kürt halkının önderi olamayacak onları özgürleştiremeyecek bir şahıstır. Bunun için en basit örnek kemalizm üzerine söylemleridir. Kaldı ki bunun yanında şiddetten yakınan bir örgüt olup çözümü salt şiddetle arayan bir örgüt liderini muhatap kabul ettirmeye çalışmak başlı başına bir tutarsızlıktır.

Demokrasiyi ve özgürlüğü ağzından düşürmeyen bdp vekilleri öldürülen Hikmet Fidan'ın neden arkasında durmamıştır? Neden onun peşine düşmemiştir ya da aralarına almamıştır? Bu cinayete neden karşı çıkamamıştır? Neden Kemal Burkay gibi isimlerle ortak çalışmalarda bulunmamış yahut bulunamamıştır?

Tutarsızlıklarının yanı sıra siyasetsizlik noktasına da değinmekte fayda mevcuttur. Her fırsatta birbirinden farklı özerklik yapıları ve dünyadan terör örnekleri dışında tek bir yeni düşünce ortaya koyamamış, kendilerince meşru olmayan Kürt halkını meşrulaştırabilecek hiç bir pozitif katkıda bulunmamışlardır. Bir yanda anaları gösterip silahlar sussun demiş diğer yandan Öcalan dinlensin demiştir. Bdp tarafından verilen en meşhur örnek ise; dünyada hiç bir terör örgütü silahla bitmemiştir. Madem solcu bir parti addediyorsunuz kendinizi madem eşitlikçi, gerçekçi ve objektif bakış açısını benimsiyorsunuz peki o zaman neden bu örneğinizin diğer boyutunu gözler önüne sermekten çekiniyorsunuz; dünyada hiç bir terör örgütü silahla zafer kazanamamıştır.

Yaratıcılık ve aktivizm noktasında da oldukça yetersiz gözükmektedir bdp. Son kullanma tarihi geçmiş; oturma eylemleri, sivil itaatsizlik, parti toplantısında özerklik ilan etmek gibi partiyi komik duruma düşüren ve ciddiye alınmaktan uzak noktaya düşüren unsurlarda kullanılmıştır.

Kürt kültürünün korunmasından bahsederken, bunun için hangi destekte hangi yaratıcı eylemde hangi yenilikçi bakış açısında bulunulmuştur? Kürt eserlerinin türkçeye çevrilmesinde darbe öncesi Kürt hareketlerinin anlatılmasında ne gibi katkı ve desteklerde bulunulmuştur?

Kürt hareketini, darbe sonrası imiş gibi göstermek bir anlamda pkk ile yapışık göstermek Kürt halkını yanıltmak değildir de nedir? Bu zamana kadar statükodan en çok cefayı çeken Kürt halkını oyalamak ve statüko oyuncağı yapmak değildir de nedir? Tek çatı altında giriyoruz seçime birleşiyoruz yalanını söylerken terör karşıtı Kürt düşünürlerini ya da yapılanmalarının yok edilmesini sümen altı etmek hangi vicdana sığar? Pkk yapılanması ses getirmeye başladığı esnada 11 adet Kürt siyasi hareketinin ortak bildiri yayınladığı, 'silah çözüm değildir.' fikrindeki metni halkından saklamak dile getirmemek barışın nesine katkıdır? En önemlisi yürekli olarak korkmadan ne terörün ne de devletin oyuncağı olmadan halkını düşünen yahut barışı düşünen yenilikçi siyaset yapan tek bir üye bulunmamaktadır bdp içerisinde.

Bir Türk olarak Kürt halkının temsilcisinin bdp olarak lanse edilmesinden derin bir üzüntü duymaktayım. Kültür korunsun, tek tipleştirme ve asimilasyon bitsin derken diğer tarafta karşıt sesin kanla susturulması kültürün dile getirildiği kadar önemsenmemesi. Bdp'yi çözümden çok paranın, silahın, bölge güçlerinin oyuncağı yapmaktadır. Devlet tarafından öldürülen Kürtlerin bir kezde umutlarını kendi içlerinden çıkanlar öldürmektedir.

Türklüğe ve Türkiyeliliğe Koyu Milliyetçi Bir Bakış

Türk kimdir, Türkiyeli mi Türk mü, hangisi tercih edilmeli? Son zamanlarda artık Türk kavramı kayboldu, Türkiyeli olma kavramı hayatımıza girdi. Bu sefer bir sosyalistin gözünden değil, koyu bir milliyetçinin gözünden nasıl görünebilir bu kavramlar, ona kafa yormaya karar verdim. Öncelikle Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Çerkez vs. gibi kavramlar bizim etnik kökenimizdir. Annemizden ve babamızdan kalan kimliğimizdir. Bize kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi gösterir bu tanımlar. Böyle bir düşünceyle yola çıktığımızda koyu bir Türk milliyetçisi kendini Türk olarak tanımlar. Ama aynı şekilde Kürt bir insanı da sırf bu ülkede yaşadığı için Türk kabul ediyor. Şimdi koyu bir milliyetçilikle başlarsak eğer, eğer Türklük senin kimliğinse, annenden babandan kalan bir mirassa, seni tanımlıyorsa demekki bu tanım senin için çok değerlidir ve bir Kürt'le bu kavramı paylaşman, onun senin soyundan gelmediğini bildiğin halde onu kendin gibi görmen atalarına, köklerine büyük bir saygısızlıktır. Türk olmayan birisi nasıl Türk olabilir ki senin koyu milliyetçi tavrına göre. Bugünkü sözde milliyetçiler oysa bu ülkede yaşayan herkesi Türk olarak görüyor. Buna Türk Dil Kurumu da dahil. Oysa senin kanın sana özgüyse, en değerlisiyse niye bu tanımı başkalarıyla paylaşıyorsun ki?

Aslında bu tanımlamalarla gerçek bir milliyetçinin nasıl düşünmesi gerektiğine bir atıfta bulunmuş olduk. Bazıları çıkıp senden ne de güzel milliyetçi olurmuş, yanlış yoldasın diye bir laf atmada bulunabilir. Neyse konuyu dağıtmamak adına, bu konuya bir de hümanistçe bakmakta yarar var. Her insan -eğer inançlı biriysek- Havva'dan ve Adem'den geliyor ve hepimiz onların evlatlarıyız. Gözümüz, kaşımız, ten rengimiz, aksanımız, dilimiz yaşadığımız bölgelere göre tabi ki farklılık gösterecektir ancak birimizin diğerinden üstün olmasına gerek gösterilecek şeyler değildir bunlar. Yani kısacası aynı yerden geliyoruz ve hepimiz eşitiz. Aynı şekilde -eğer inançsız biriysek- hepimiz maymundan geliyoruz ve başka bir yazımda daha bahsettiğim gibi maymunları türlerine göre ayırmaya kalkmak tam bir ahmaklıktır. Etnik kökenlerimiz kendimizindir, geldiğimiz yerdir ama hiçbir etnik köken diğerinden üstün değildir. Şimdi Türk etnik kökense ve Türkiye'de bir devlet adıysa; Türk olmayan insanlar da etnik köken üzerinde değil de bir devletin toprakları üzerinde yaşıyorsa o insanlar Türk değil, Türkiyelidir. Bütün meselenin kısa tanımlaması budur. Bir Kürt'ü veya Ermeni'yi zorla Türk yapamayız ki zaten geldiği köken de bellidir. Aynı şekilde Türklüğü bir üstün kimlik haline de getiremeyiz. Bunu yapmak demek insanın eşitliği inancımıza ters olur. O zaman herşey birbiriyle eşitse ortak payda yaşadığımız toprak parçasıdır. Hiçbir insanı zorla olmadığı birşeymiş gibi gösteremeyiz. Kendisine yabancı, geçmişine uzak halde yaşamaya zorlayamayız.

Aslında bu başlıkla ve yazıyla milliyetçilerin takındığı "bu ülkedeki herkes Türk'tür" anlayışına koyu bir milliyetçilikle yanıt verip, kendimce çürütmüş olup; aynı zamanda hümanistçe neyin ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini konuşmuş olduk. Yine tabi kendimce.

7 Kasım 2011 Pazartesi

AKP'nin İnşaat ve Demokrasi Sınavı


AKP'yi iki açıdan konuşmak ve değerlendirmek istiyorum bu yazımda. İlki AKP'nin övündüğü inşaatçılık mantığı ve ikincisi ise AKP'nin demokrasi sınavı.

İlk olarak AKP'nin yaptığı inşaatları düşündüğümüzde ve gördüğümüzde Avrupa'nın en büyük adalet sarayı Çağlayan'da açıldı. İzmir'in de içinde olduğu otoyollar yapıldı (İzmir'deki otoyol 20 küsur yıldır yapılamamıştı). Hızlı tren projesi son yıllarda başladı ve oldukça hızlı ve iyi bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. TOKİ hiç olmadığı kadar değerli bir kurum haline geldi, birçok bina yapıldı ve hâlâ yapılıyor. Ayrıca bu binalar için en küçük köyüne kadar suyu olmayan yer kalmadı. Çoğu ilde doğalgaz altyapısı kuruldu. Her köyün artık bir yolu oldu bu dönemde. İzmir'de belediyeyle birlikte metro projesi gerçekleştirildi. Üniversite öğrencileri için yurtların sayısı ve kapasitesi arttırıldı. Daha onlarca ulaşamadığım ve aklıma gelmeyen şeyler de yapıldı. Kimseler kusura bakmasın ama o popülist üstten bakan ulusalcılığımızdan ve milliyetçiliğimizden ve de kendi içine kapanık sosyalizmimizden uzaklaşıp, tüm bunların hakkını vermemiz gerekiyor. Kaba bir siyasetle hareket edip, haklıya hakkını teslim etmeme gibi bir tavır içinde olmamalıyız. AKP çok büyük işler başarmıştır ve yapacağını söylediği projeleri eğer yapabilirlerse, bu ülkenin altyapısına hiç görülmemiş bir yatırım yapmış olacaklar. Buna ben kendi içimde AKP'nin inşaatçılığı diyorum. İnşaatın bu kadar üst düzey bir noktaya geldiği bu dönemlerde heralde böyle olması da normaldir ve tüm bu yatırımları ayakta alkışlıyorum!

Şimdi alkışımızı verdik ve hakkımızı teslim etmiş olduk. Ancak bir de bu ülkenin demokrasisine bakmakta yarar var. 12 Eylül'ün anayasasında en çok eleştiri yapan AKP aynı zamanda bu anayasayı hep kendi lehinde kullanmayı bir görev bilmiştir. Sıkıştığı yerde 80'lerin ve 90'ların tekniğini çok güzel kullanan bir hükümetimiz var ne yazıkki! Parasız eğitim istedi diye terör örgütüyle ilişkilendirdiği gençler var maalesef. Hopa'da kendilerini protesto etti diye "ekmek bıçağını, çizgi film cd'lerini" terör örgütünün delili sayan bir savcılarımız var maalesef. Tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş eski yasadışı sol örgütler, bu apansız hükümet baskısı yüzünden tekrar gün yüzüne çıkıyor ve birilerinin haksız yere tutuklanmasına neden oluyor. Bugün her kitapçıda bulabileceğiniz Felsefelerin Temel İlkeleri veya Mahir Çayan'ın Bütün Yazıları kitapları sizi THKP-C sempatizanı yapıyor. Peki günümüzde artık THKP-C var mı diye sorarsanız, Mahir Çayan'a veya diğer sosyalistlere ve aydınlara saygı duyan başka partilerimiz ve sivil toplum örgütlerimiz mevcut. Zaten kitaplarını her kitapçıda bulabileceğiniz bir insana da saygı duymanız, hukuksal olarak bir sorun yaratmaması lazım.


Bugün ovada siyaset yapmaya çalışan insanları sırf devlet politikalarından farklı düşünüyor diye, bugüne kadar eline silah almamış olmasına rağmen ve barışın yollarını arşınlamasına rağmen, (Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu gibi) bugün bu şekilde düşünenleri korkutmaya ve sessizleştirmeye çalışan bir demokrasi anlayışımız var. Bugün bir cemaatinin liderini eleştiren bir kitap yazdı diye (daha doğrusu daha tam anlamıyla yazılmamıştı) basılmadan, o kitabı toplayan ve yazarını tutuklayan bir demokrasimiz var. Aynı şekilde hükümeti devirmeye çalışmakla suçlu görülen sendikacılar, politikacılar var. Suçları ise, hükümeti devirmek için gösteri ve yürüyüş yapmak. Şimdi bir düşünün, beğenmediğiniz bir hükümetin iktidardan gitmesi için ne yapmanız lazım ki suçlu bulunmayasınız? Ki anayasal hak olarak gösteri yapabilir, eylem yapabilir ve hatta izinsiz bir şekilde basın açıklaması yapabilirsiniz. Ama birileri çıkıp, bunlar suç diyebiliyor. Size ise herhalde ağlanacak halimize gülmekten başka bir şey kalmıyordur böyle olunca. Hadi bunları geçelim siyaset-üstü olan konulara gelelim desek; önümüzde duran yüzlerce taciz, tecavüz, kadına karşı şiddet davaları var. N.Ç. gibi, Siirt'teki tecavüze uğramış ilkokul öğrencisi 4 kız çocuğu gibi, Ayşe Paşalı gibi. Şimdi bu mantıkla hareket eden bir siyasi partiyi inşaatçılığıyla ne kadar övüyorsam, aynı şekilde bunları yaptığı için, engel olmadığı için o kadar iğreniyorum.

 Son zamanların popüler bir konusu var: Anayasa. Herşeyin yapılacak olan yeni anayasayla düzeleceğini düşünüyoruz ve hayal ediyoruz. Tamam geçsin bu günler de, dayanırız diyoruz. Nasıl olsa yeni bir anayasa geliyor, yolda. Mutluyuz. Aslında hiç de umutlu değilim. Tüm bu olanlara karşılık, "maalesef oluyor böyle şeyler, anayasa böyle diyor." diyen bir hükümetimiz olsaydı, yeni anayasadan umutlu olabilirdim. Tüm olanlara "oh olsun" mantığıyla hareket eden meclisteki siyasal üstünlüğe sahip bir parti, nasıl demokratik bir anayasaya önayak olacak? Neyi, ne şekilde düşünecek ve neyi değiştirecek? Sırf değişti demek için değişecek bir anayasa bizi bekliyor gibi. Umarız haklı olmayız bu durumda.

3 Kasım 2011 Perşembe

TV'lerdeki Yardım Toplama Palavrası

Önemli bir afet veya maddi sıkıntıların olduğu zamanlarda bazı kanallar para toplama curcunasının içine girer kendince. O kanalda çalışan (dizilerde oynayan, program yapan vs.) tanıdığımız ne kadar insan varsa geçerler telefonun başına yardımların gelmesini beklerler. Kimi zaman küçük bir çocuk arar, kumbarasındaki parayı bağışlar, bir diğeri bisiklet almak için biriktirdiği parasını. Belki de ulaşır bu yardımlar onlar tarafından. Oysa büyük amcaları, patronlar, holding sahipleri çıkar ve şu kadar da benden diye atılıverirler. Her büyük bağış, daha çoşkulu alkışa eşdeğer gelir. Para geldikçe, çoşku artar gider. Mesela son yardım programında 19 kanal bir araya gelmişti. Medya bile birleşti diye manşetlere çıkmışlardı. Katılmayan medya kurumlarına da güzel bir küfür edilmişti arkalarından sosyal ortamlarda. Ayrıca Samanyolu'nun da yaptığı yardım programı vardı, bu programdan birkaç gün önce. Samanyolu 65 milyon lira, 19 kanal 62 milyon lira olmak üzere toplamda 127 milyon lira toplanmıştı, ya da biz öyle sandık. Aslında aktarılan paranın Samanyolu için 7,5 milyon lira, 19 kanal için de tahminen 20 milyon lira olduğu söyleniyor. Aslında söylenmiyor, kanıtlar bu yönde. Başbakanlığın yardım hesaplarında 122,5 milyon lira var. 80 milyonunu Suudi Arabistan göndermiş, Vakıfbank ve Mesut Barzani de 1,5 milyon lira bağışlamış ayrı ayrı. Geriye kalanlar da tüm herşeyi özetliyor. 


Kanallar parayı topluyor. Aslında isimleri alıp, direkt Başbakanlığa gönderiyorlar. Hangi kişiler yatırmış, hangi kişiler yatırmamış kimsenin umrunda değil. Bu yardımları toplayan kanallar hiç tekrardan kontrol edip, bunun hesabını sormuyor. Zaten Başbakanlık bunlarla ne uğraşacak zamanı var ne de böyle bir hakkı var. Zaten bunu bilen işadamları da arayıp bol keseden atıp, sonra ortalıktan yok oluyorlar. Ama öyle bir-iki kişi de değiller epeyce fazlalar. Çıkıp reklamlarını  yapıyorlar, biz halkımızın yanındayız mesajı veriyorlar ama sonrası büyük bir hiç. Kanallar da sözlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini takip etmiyor, bu yalanları söyleyenleri ifşa etmeyi akıllarından bile geçirmiyor. Program bittiğinde, kanallar için de herşey bitiyor. Amaçları zaten yardım toplamak da değil. Biliyorsunuz her kötü olayda hemen bir kısım insanlar dizileri bu hafta yayınlamayalım diye düşünüp, o hafta ara veriyorlar dizilere. Ama dizi yoksa ne yapmalı diye düşününce akıllarına bu fikir geliyor ve dizilerin olmadığı zamanı böyle doldurarak geçirmeye çalışıyorlar. Duyarlıyız imajını sağlayıp, reytinglerine daha da reyting katmaya çalışıyorlar. Bizler de evlerimizde dizi yoksa; yardım var, insanlık var diye düşünüp oturup izliyoruz. Her gelen parayla daha büyük bir çoşkuyla, duygulanarak ve aslında kandırılarak. Oysa hâlâ onların tabiriyle: "Show must go on!"

TSK Tasfiyelerle Arındı mı?

Türk Silahlı Kuvvetleri
Halihazırda Kürt sorunuyla ilgili bir kitap önerisinde bulunmuşken bu konu üzerinden AKP tasfiyelerine değinelim. Özellikle Ergenekon ve Balyoz gibi büyük çapta soruşturmalarda tutuklanan onca üst rütbeli askerden sonra bazı kitlelerce yoğun bir tepki yağmıştı hükümete. Buna karşın yargının orduyu arındırdığı dile getirildi. Bunu, Van depreminden önce kaybedilen ve büyük infiale sebep olan 24 şehit olayı üzerinden inceleyelim.

1980'lerin sonlarından itibaren başlamış olan koruculuk sistemi hala doğru düzgün çalışmamasına rağmen devam etmektedir. Bu sistemin işlememesinin sebebiyse, doğu ve güney doğu bölgelerindeki köylerden devşirilen insanlar. Daha doğrusu devşiriliş yöntemi ve bu sistemin korsan bir method olması. Bu köylerde korucu yapılmak istenen kişiler tehdit edilmektedir. Ya korucu olursun ya da köyünüzü yakarız yahut ailen rahat yüzü göremez kabilindendir bu tehditler. İşin açmaz yanı ise bu köylerdeki insanların çoğunun ailesinden en az birisinin PKK üyesi ve ya bu örgütün öldürülen bir elemanının bulunmasıdır. Siz bu insanı tehdit ederek eline Kalaşnikov silah vererek akrabası bir insanı vurmasını bekliyorsunuz. Bir anlığına kimliğimizi unutalım ve herhangi bir akrabamızın PKK saflarına geçtiğini düşünelim ve bize böyle bir tehditle onu veya bir küçüklük arkadaşımızı vurmamızı istediklerini düşünelim. Konumu ne olursa olsun bu kişinin bizim akrabamız olduğu gerçeği değişmez ki bu insanlık suçu olan terör dahi olsa. Kaldı ki bu hiç bir resmi kaydı olmayan insanlara silah temin ederek hem askeri hem sivil vatandaşı tehlikeye atmış devlet eliyle terör yapılmış oluyor.

Neden koruculuk sistemine değindiğime gelirsek, bu sistemi üreten zihniyet JİTEM'i kurmuş ve Hizbullah'a destek vermiştir. Bu örgütler suçlu masum ayırmadan binlerce faili meçhule imza atmıştır. AKP bunları öne sürerek TSK'nın arındırıldığını belirtmiştir. Fakat gözden kaçan bir nokta var; verilen 24 şehitin arkasında korucu ihmal ve ihaneti olduğu. Kimi korucular saldırı esnasında olması gereken yerde bulunmamıştır kimileri ise PKK saflarına geçerek şehitlere ateş etmiştir. Olay sonrası 'yenilenmiş' TSK'nın verdiği raporda koruculuk sisteminin kalkmaması ve düzeltmeler yapılarak devam ettirilmesi gerektiği yazmaktadır.

Sonuç olarak JİTEM gibi Kürt sorununu kansere çeviren bir yapılanmanın kurucusu Arif Doğan serbest bırakılırken(belkide devlet diyetini böyle ödedi ona karşı) 'temizlik' adı altında TSK'da kadrolaşma yapıldığı artık aşikardır. Pek tabii tutuklular arasında suçlular hatta insanlık suçu işleyenlerde vardır fakat bu tasfiyelerin arkasında zihniyet devrimi değil kadrolaşma yatmaktadır.

1 Kasım 2011 Salı

13 Yaşındaki Kızın Tecavüz Davasının Sonucuna Dair

9 Ekim'de yazmıştım bununla ilgili geçen tüm durumları. Yerel mahkemenin kararını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hangi cezaları istediğini. Ve işte sonuç açıklandı.


Milliyet'in haberine göre, Yargıtay, hüküm kurarken, yerel mahkeme gibi, küçük kızın, babası, dedesi yaşındaki kişilerle rızasıyla birlikte olduğu yorumundan hareket etti. Yargıtay, yerel mahkemenin aynı yorum doğrultusunda verdiği, sanıkları 5 yıl fazla cezadan kurtaran “15 yaşından küçük kızla rızasıyla birlikte olmak” ve 5-10 yıl hapisten kurtaran “rızasıyla alıkoymak” suçlarından verilen cezaları onadı. Yargıtay’ın yerel mahkemeden tek farklı yorumu ise verilen cezaların yarı oranında artırılması konusunda oldu. Ancak, ceza artırılarak yeniden verilse bile sanıklar 12.5 yıl hapisten kurtulmuş oldu. 


13 yaşındaki bir kızın cinsel olgunluğunun oluşmamış olmasına ve cinsel ilişkinin daha ne olduğunu bilmemesine rağmen, bizim adaletimiz bu durumu rızası vardı diyerek vicdansızlıklarına vicdansızlık kattı. Bir ahmaklık değil de nedir bu sonuç? Hangi kafayla, hangi vicdana inanarak bu salakça karara imza attılar acaba? Bundan sonra bu hakimlere hangi davayı verebilirsiniz ki, adaletlerine inanabilir miyiz ki? Bu dava siyasetler üstü bir dava olmasına rağmen (her kesim bunlardan rahatsız), karar yine bir fiyasko. 2002'den bu yana 18'ini aşmış bir genç kadın hala geçmişiyle yüzleşebilmiş değil. Hala onun o psikolojik durumu verilecek cezalarla düzelememiş aksine devlete güvensiz, adelete inanmayan genç bir kadın yaratmışız. Hep beraber buna önayak olduğumuz için utanmamız lazım. Tabi ki burada tek eleştirilmesi gerekenler hakimler değil. Buna imkan veren yasalarımız da maalesef değişmedikçe bizden doğru düzgün bir adalet çıkmaz. Herkes yeni anayasaya takmışken, birilerinin ceza kanunlarını da gözden geçirmesi gerekiyor, eleştirmesi gerekiyor. 


Her türlü durumda kendi siyasal görüşlerine göre sokağa çıkan, eylem yapan ve bir kamuoyu yaratan bizler eğer bu konuya ve kadına karşı şiddete karşı ortak eylemler düzenlesek, başörtülüsüyle, ateistiyle, sosyalistiyle, milliyetçisiyle, eylemlerde siyasal propaganda yapmadan bir adım atabilsek, manşetlerin gölgesinde kalan sorunlarımızı çözmeye uğraşsak ne de güzel olurdu! Kıvılcımı bizden olsun, büyütmesi de sizden. Eğer oturduğumuz rahat koltuklardan kalkıp, sokağa çıkabilirsek.


9 Ekim'deki yazım: http://herbokolog.blogspot.com/2011/10/13-yasndaki-kzn-tecavuz-davasna-dair.html

23 Ekim 2011 Pazar

Yamyamlaşmak

Geçenlerde Habertürk sürmanşetten bir kadının cansız ve sırtından bıçaklanmış bedenini verdiğinde, büyük bir tepki toplamıştı diğer medya kuruluşlarından ve habercilerden-yazarlardan. Ancak gelin görün ki, Muhammer Kaddafi'nin halk tarafından linç edilerek öldürüldüğü görüntüleri ve resimleri o medya kuruluşları büyük bir mutlulukla sansürlemeden, yaş sınırı gözetmeden yayınladılar. Libya'daki yamyamlaşmış halkın yaptıklarını, bizim medya kuruluşlarımız da aynı yamyamlılıkla sundular bize. Belki de bu yok oluşun büyük kapitalist devletler tarafından (özellikle Fransa, İngiltere ve İtalya) yönetildiğini düşünürsek, kapitalizme ses çıkarmayan ödleklerin veya çıkarcıların, sesini duyamamış olmamız çok normal bir durum. Zaten Libya'ya demokrasi değil, yeni gelen konseyle bu kapitalist devletlerin sömürmesinin gelmesi de ayrı bir konu.


Bir diğer duruma gelirsek eğer, ülkemizde maalesef son günlerde savaş ortamı gittikçe çıkılmaz bir hal alıyor. Artık ne demokrasi, ne anayasa, ne eşitlik kaldı elimizde. Uzun uzuna anlatmadan kısaca değerlendirme yaparsak; Diyarbakır Cezaevi'nde insanların makatlarına ve ağızlarına sokulan coplardan, taşmış kanalizasyonun üstünde süründürülen insanlardan, çıplak şekilde soğuk suya ve işkenceye maruz kalanlardan, tacize uğradan erkeklerden veya kadınlardan sonra bu sorun büyük bir hal aldı aslında. Ve aslında bu sorun burada başladı. Sonra köyler boşaltıldı, insanlar köylerine dönmesin diye o köyler yakıldı. İnsanlar yoksullaştırıldı, göçer hale yani mevsimlik işçi haline getirildi. Kürt demek ve Kürtçe dili yasaklandı. Kürt aydınları öldürüldü, köyler basıldı kadın, çocuk demeden sırf Kürt oldukları için öldürüldü. Kürtçe albüm yapmak isteyen Ahmet Kaya'ya çatallar fırlatıldı. Ovada siyaset yapanlar tutuklandı, hapsedildi. İşte bu olaylar yüzünden bu savaş başladı ve devam ediyor. Şimdiye gelirsek, devletin yaptığı hatalardan bahsetmişken bir de PKK'nın hatalarından bahsetmek gerekiyor kısaca sanırım. Evet, öldürülen her PKK'lı, Kürt halkının özbeöz evladıdır ancak öldürülen her asker de Türk halkının özbeöz evladıdır. PKK'nın yanlış yaptığı nokta işte tam da bu. Devletten öç alma niyeti veya demokrasiye ulaşma isteği artık özellikle bu yüzyılda silahla, savaşla yürümez. Askerin ölmesi devleti zor durumda bırakmaz aksine kan isteyen kan emicilerini çoğaltır. Devlet vatan sağolsun der, şehit ailesinin kesilmiş elektriğini açar, birkaç gün bu konuyu konuşur sonra unutturur. Geriye ağlayan anneler-babalar kalır.


İşte tam da bu noktada, 24 askerin ölmesinin ardından çok büyük bir üzüntü yaşıyorum ve kahroluyorum ancak içimizdeki yamyamlar da kan istiyor ve o kan durmadan akmaya başladı. Bilmem kaç PKK'lının ölmesi, o kanı emmek birilerine rahatlama hissi veriyor, bu bir gerçek ancak daha sonrasında ne olacağını düşünüyorsunuz? Her şey çözülmüş mü oluyor? Biz barış yapmazsak, bugün ETA'nın silah bırakmasındaki en büyük neden olan yeni demokratik anayasayı, özerkliği, dil hakkını, siyaset hakkını, alternatifleşmeyi sağlayamazsak nasıl ETA gibi bir hareketi PKK'dan bekleyebiliriz ki? Kürtler Türklerden kan istedikçe, Türkler Kürtlerden kan istedikçe neyi nasıl ve ne şekilde düzeltebiliriz? Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı bizimle birlikte savaşan, Güneydoğu'nun Türkiye'ye bağlanması için savaşan, Fransızları yenen ve yeni Türkiye'de yer alan bir halka özerklik vermek o kadar kötü bir durum teşkil etmemeli. 


Aynı şekilde şu anda Van'da yaşanan büyük felakete karşın, "oh iyi oldu" diye tavır koyan, bundan mutluluk duyan, sevinç naraları atan yamyamlar da mevcut aramızda. Size iki durum sunmak istiyorum tam da bu noktada. Eğer bir Allah inancı varsa içinizde, "Hepimiz Havva'nın ve Adem'in güzel evlatlarıyız." Eğer bir inancınız yoksa ve hepimizin maymundan geldiğini düşünüyorsanız; maymunları şempanze, orangutan, makak diye ayırmak ne kadar saçmaysa, siz de insanları lütfen kökenlerine göre ayırmayın.


İnsan dediğimiz canlıyı hayvanlardan ayıran tek şey, düşünebilmesidir, medenileşebilmesidir. Ama bizler kökenimiz ne olursa olsun yamyamlaşırsak eğer, kan emmek istersek, diğer hayvanlardan hiçbir farkımız kalmaz. İnsanca yaşabilmek için, barışın beyaz bayrağını herkesin salladığı bir dünyayı görmek için hayvanca güdülerimizi bir kenara bırakmak ve düşünmeye başlamak gerekiyor.

22 Ekim 2011 Cumartesi

Illuminati Oyun Kartları


Bir süredir Illuminati sitesindeki geri sayım sürmekte bununla ilgili yazılar yazılmaktadır, geri sayım bu yılın 6-7 aralığında bitmektedir ve tarikatın 300. kuruluş yıldönümüne geldiği söylenmektedir. Bunlar üzerine yaklaşık 16 sene önce çıkan oyunlarına bakmakta fayda var. 1995 yılında Illuminati, paravan bir şirket vasıtasıyla “Illuminati Card Game” isimli bir oyun setini piyasaya sürdü. Bu kartların üzerinde çeşitli çizimler ve altında o çizimlerle ilgili bilgiler yer almakta. Bu çizimlerde, Illuminati’nin dünyayı yönetmekte kullandığı yöntemler ve gelecekte yapacağı bazı işler yer almaktadır.
Oyunun elemanlarına bir göz atalım.
    
Şimdi oyun kartlarını ve onların ne anlama geldiklerini ele alacağım. Kartları iki başlığa ayırdım: Gerçekleşen olaylar ve Gelecekte gerçekleşecek olaylar. Gerçekleşen olaylar ile başlayalım

Gerçekleşen Olaylar

İkiz Kulelerin ve Pentagon’un Vurulması
*En bariz örnekle başlayalım: İkiz kulelerin vurulması! Kartın başlığı “Terörist Saldırısı” ve üzerinde yazan şu: Bu kartı kontrolünüz altında bulunan bir şiddet grubuna +10 güç ya da +10 direnç vermek için kullanın. Günümüzde artık ikiz kulelerin bizzat ABD tarafından yıkıldığı bilinmekte. Bunu da müslüman terörist gruplarını güçlü göstererek, ortadoğuyu işgal etmenin altyapısını hazırlamak için yapmıştır. Tıpkı kartta bahsettiği gibi.
Endonezya Tsunami Felaketi
Endonezya’da 2010 yılında 7.7 depreme bağlı olarak dev bir tsunami oluştu. Şehir sular altında kaldı yüzlerce insan hayatını kaybetti. ABD’nin HAARP silahı ile yapay depremler oluşturabilmektedir. Kartın üzerinde: Felaket. Bu kart bir kıyı bölgesini hemen yok etmek için kullanılır yazmakta.
Japonya Depremi
Sıra geldi HAARP silahının başka bir marifetine. Japonya 2011 senesinde büyük bir deprem felaketi yaşadı. Ekonomisi büyük zarar gördü. Japonya teknoloji konusunda Amerika’nın en büyük rakibi. Ayrıca deprem felaketinden sonra bir de nükleer kaza yaşanacaktı ama Amerika bu konuda başarısız oldu. Kartın üzerinde: Birleşik felaket, bu kartı aynı yerde peşpeşe iki felaket oluşturmak için kullanabilirsiniz yazmakta. Çizimdeki insanların çekik gözlü olduklarına dikkat edin. Ayrıca yıkılan saat kulesi de tokyo wako saat kulesidir. Saat kulesinde saat 11 ve 3′ü gösteriyor. Depremin olduğu tarih 11/03/2011
  
Barack Obama’nın Seçilmesi
Bu kartta da ABD başkanı Barack Obama’yı çok net bir şekilde görüyoruz. Bilmeyenler için söyleyelim,bütün ABD başkanları skull&bones tarikatında yetişmekte, yani 10-15 yıl sonra kimin başkan olacağı önceden belli.
 
Ekonomik Kriz
2010 yılında dünyayı sarsan krizi bizzat Amerika çıkartmıştır. Kendisi de biraz zarar görse de Rusya ve Çin gibi dünya çapındaki güçlü rakiplerine çok ciddi hasarlar vermiştir (zaten Amerika’nın politikası genelde bu. Düşmanlarını alt etmek için biraz zarara katlanıyorlar) . Kartlarda bu olayı “Market Manipulation (Pazar Manipülasyonu)” ve “Currency Speculation (Para Birimi Spekülasyonu)” şeklinde görmekteyiz.
Ortadoğu İsyanları
Orta Doğu’yu kasıp kavuran isyan ateşinin dış güçler tarafından kontrol edildiğini artık herkes görebiliyordur. Kontrol edilmekten kastım halk Amerika tarafından yönlendiriliyor değil. Amerika bu halkları isyan ettirmek zorunda bırakıyor. Önce dikdatörlerin halka çok zulüm etmesi sağlanıyor, sonra bundan bıkan halk haklı olarak isyan ediyor, daha sonra Amerika, Nato ve diğer güçler barış getirme bahanesiyle ülkeleri paylaşıyorlar. Aşağıdaki kartlarda da bunu görmekteyiz, bir dikdatörün büyük resmi var, sokaklar yanmakta, evler klasik ilkel arap evi. Kartta yazan da şu: Bu kartı bir ülkeyi kontrol altında tutmak ya da işgal etmek için kullanın. İkinci kartta da askerin isyancılara saldırışını görüyoruz. Bugün Libya ve diğer Arap ülkelerinde olan olayın aynısı.

 Gelecek Seneryoları

Bu başlıkta da Illuminati kartlarında yer alan henüz gerçekleşmemiş olaylar irdelenecektir.
Sahte Uzaylı İstilası ve Empire State Binasının Çöküşü
Bu kartların ilkinde uzaylılar tarafından kaçırma vakası görüyoruz. İkincisinde de “Foreign Aid (Yabancı Bağış)” isimli bir kart var. Bu da uzayda bulunacak bir kaynak olabilir. Esas önemli olan 3. kart. Ufolar açık bir şekilde Empire State binasına saldırmakta. 95 yılında bu kartları alıp inceleyen biri nasıl 11 eylül 2001 sabahı şok geçirdiyse biz de bir sabah uyandığımızda empire state binasının çöküşünü gördüğümüzde şok geçirebiliriz.
   
Ölülerin Dirilişi
Bir çok bilim dergisinde ölü bedenlere adrenalin ve bazı hormonlar enjekte edildiğinde ölünün kasları bir süre istemsiz bir biçimde tepki verebiliyor. Zamanla tıbbın gelişmesiyle ölüleri hareket ettiren bir serum üretilebilir. İkinci kartta gördüğümüz gibi bu seruma “Ölümsüzlük Serumu” adı vermişler.
Julian Assange’ın Öldürülmesi
Julian Assange Wikileaks’in kurucusudur. Amerika’nın ve diğer devletlerin gizli bilgilerini açığa çıkararak Amerika’ya verdiği zararları herkes biliyor. Assange şuan “prezervatifsiz seks” suçuyla ev hapsinde tutulmakta (çok kötü bir komployla) . Ancak hala işleri kontrol edebilmekte. Yani temizlenmesi gerekiyor. İleri ki zamanlarda Assange’ın öldürüldüğü haberini duyabiliriz. “İkinci Kurşun” isimli karttaki adam kesinlik Assange’a inanılmaz benzemekte, Obama gibi.
Cyborg Askerler
Cyborg askerlerden kasıt merhamet duygusu olmayan, güçlü, ölüm makinası askerlerdir. Bunlar robot olabileceği gibi genetiğiyle oynanmış insanlar da olabilir.
İnsan Klonlama
Bugün bile insan klonlamanın mümkün olduğu söyleniyor. İleriki tarihlerde ordu kurmak ya da başka amaçlar için insan klonlanmaya başlanabilir.
Akıl Kontrol Edici Uydu
Bugün biliniyorki beyinde herşey elektrik dalgalarının hareketleriyle oluşuyor. Uydudan çeşitli frekanslarda dalgalar verilerek bu elektrik akımlarında sapmalar yapılabilir. Böylece insanların fikirleriyle oynanabilir.
İnsan Eti Yiyen Bakteri
İlaç sektörüne can vermek için labaratuvar ortamında üretilmiş insan eti yiyen bir bakterinin geleceği söylenmekte.
 Meteor Saldırısı
Kartın üzerinde: Bu kartı bir ülkeyi hızlı yoldan yoketmek için kullanın yazmaktadır. İleriki yıllarda Amerika’nın rakibi olan bir ülkenin meteor felaketiyle yerle bir olduğunu görebiliriz.
Gizli Şehir
Kartın üzerinde: Bu kartı illuminati ve küresel gücünüzü artırmak için kullanın yazmakta. İlluminati yeni tarihi bir şehir bulmuş gibi yaparak uzaylıları ya da onun gibi kendi ürettikleri fikirleri insanlara empoze etmeye çalışabilir.
Enerji Krizi
İleride Amerika sahte bir enerji kriziyle dünya ekonomisine büyük bir darbe vurabilir.
Ay Üssü
Bu kartta da ayda kurulacak bir üsden bahsetmekte. Böylece HAARP silahının etkinliği artırılabilir.
Üçüncü Dünya Savaşı


* Yazı alıntı olup blogumuzda bu görüşleri savunan kimse bulunmamaktadır.