ETİKETLER
6 Aralık 2011 Salı
ADALET BUNUN NERESİNDE?**
30 Kasım 2011 Çarşamba
AKP'nin Sol Muhalifleri Uyutma ve Sindirme Taktiği
27 Kasım 2011 Pazar
Gazete Tirajlarına Akp Etkisi
AKP hükümetinin medya üzerinde boğucu bir baskı yaptığı bir gerçek.
Gazetecilerin işten atıldıkları, cezaevine sokuldukları, köşe yazmayı bıraktırıldıkları da saklanmayacak kadar bilinen bir hakikat. Gazete patronlarının mali kıskaç altına alınmak istendiği; alındığı; iktidara yakın işadamlarına devlet bankaları kredileriyle gazete-TV aldırıldığı da biliniyor.
Yani, medyanın AKP hükümeti döneminde yaşadıklarının başka örneklerini vermeye gerek yok. Peki bu durum tirajlara nasıl yansıdı?
Tiraj raporunu 09.12.2002-15.12.2002 tarihleriyle başlatıp 31.10.2011-06.11.2011 ile karşılaştırdık.
HÜRRİYET: 461 bin 504 tirajı varmış. Şimdi tirajı 404 bin 142. Fazla bir kayıp yok gibi gözüküyor. Ancak Hürriyet bu süreçte bir dönem 600 bin tiraja ulaştığını anımsatalım.
POSTA: 414 bin 382 olan tirajı 423 bin 400’e çıkmış görünüyor. Posta’nın da, Hürriyet gibi bu süreçte bir dönem 700 bin tiraja çıktığını hatırlatalım.
MİLLİYET: 280 bin 202’den 128 bin 891’e düşerek büyük bir tiraj kaybına uğradığı görülüyor. Bunun temel sebebi yayın çizgisinde son 10 yılda bir türlü istikrar gösterememesi olabilir mi?
SABAH: 384 binden 325 bin 554’e düştüğü görülüyor. Ancak bu rakamın bile şişirildiği iddia ediliyor. Bu nedenle bu gazeteyle ilgili doğru bir değerlendirme yapılamaz.
VATAN: En büyük kayıplardan biri bu gazeteye ait. 273 bin 798’den 105 bin 822’ye gerilemişti. AKP hükümetine ilk yıllarda muhalefet olup son dönemde parti organı gibi çıkması bu büyük düşüşe neden olabilir mi?
AKŞAM: Sürekli kan kaybeden gazetelerden. 206 bin 966’dan 104 bin 913’e kadar gerilemişti. Bu gazetenin de son yıllarda yayın çizgisi konusunda kafa karışıklığı yaşaması bu tiraj kaybına neden olmuş olabilir mi?
STAR: Uzanların Star gazetesinin tirajı 353 bin 783 idi. Yandaş Star gazetesinin onca masrafa rağmen tirajı 119 bin 599.
SÖZCÜ: Tirajı 121 bin 129 idi. Sözcü’nün tirajı ise 217 bin 045.
AKİT: Herkese saldırması nedeniyle çarptırıldığı tazminat paralarını ödememek için “Vakit” kapatılınca çıktı. Vakit’in tirajı 55 bin 191 idi. Akit’in tirajı ise 3 bin düşük, 52 bin 727. AKP hükümeti bu gazeteye yaramamış görünüyor.
CUMHURİYET: 41 bin 014’ten 48 bin 804’e çıkmış tirajı. Ama böyle olağanüstü dönemlerde tirajını hep ikiye, üçe katlatan bu gazetenin 7 bin tiraj fazlası başarı sayılabilir mi?
RADİKAL: İsmet Berkan’ın Radikal’inin 46 bin 597 tirajı vardı. Eyüp Can’ın Radikal’i 31 bin 170.
MİLLİ GAZETE: Şaşırtıcı bir çıkış yapmış; 13 bin 153’den 50 bin 755 tiraja ulaştı.
YENİ ASYA: O da tiraj şampiyonu; 7 bin 688’den 52 bin 830’a yükseldi.
ZAMAN: Bu gazetenin bayi satışı 25 bin dolaylarında hala. Ama bir abone oyunuyla tirajlarıyla sürekli oynadıkları için sağlıklı bir değerlendirme yapmak güç, bu neden bir yorum yapmıyoruz.
TÜRKİYE: 122 bin 081’den 134 bin 975’e çıkmış.
TAKVİM: 131 bin 892’den 109 bin 155’ düşmüş.
EVRENSEL: 3 bin 537’den 5 bin 732’ye çıkmış.
Kaşif Kozinoğlu'nun Aydınlık'a Yazdığı Mektuplar
24 Kasım 2011 Perşembe
Hükümet Dersim ve Askerlik Gündemiyle Neyi Saklıyor?
Medya manipülasyonu Kaşif Kozinoğlu'nun ölümü üzerine tasarlanarak başlatılmıştır.
Tarih:12 Kasım
Kozinoğlu 'şüpheli' bir biçimde ölür.
Tarih:13 Kasım
Kimseyi tatmin etmeyen ve 'şüpheli' yaftası giydirilen otopsi sonucu gazetelere yansır.
Tarih:15 Kasım
Kozinoğlu'nun koğuş arkadaşlarından otopsiyi tekzip edecek açıklamalar gazetelerde yer aldı. Gerek Silivri de gerekse gelen ambulansta doktor bulunmaması ve yolda başka bir ambulansla doktor transferi olduğu söylenen transferin gerçekleştiği ortaya çıkar.
Tarih:16 Kasım
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz vicdani red açıklaması yapıverir.
Tarih:17 Kasım
Başbakan tarafından bedelli açıklaması yapılır.
Ve herkes sadece askerliğe odaklanarak beklemeye geçer.
Tarih:18 Kasım-21 Kasım
Aydınlık gazetesi Kozinoğlu'nun mektuplarını paylaşır.
Tarih:22 Kasım
Vicdani red aşağılanarak bedelli ilan edilir. Hem bedelli aklanır, hem Kozinoğlu ölümü unutturulur.
Tarih:23 Kasım
Mektup mevzusunun hortlaması riskine girilmeyerek, içinden çıkılmaz bir Dersim tartışması ortaya atılır başbakan tarafından. Dersim manipülasyonu sayesinde ise hem bedelli konuşulmaz hem mektuplar iyice unutturulur.
Dersim için başbakan tarafından yapılan özür konuşması irdelendiğinde de açıklamanın son derece sunice ve oy endeksli yapıldığıda net şekilde görülmektedir.
23 Kasım 2011 Çarşamba
Hükümetin Askerlikle Gündem Oyalamaları
Bu yazıda vicdani redde ve bedelliye değinelim.
İlk olarak bedelli askerlik dillendirildi.. Profesyonel ordunun kurulmaya başlandığı bu yüzden sıcak bakılabilineceği fakat alt yaş sınırının 35 olacağı güvence edildi. 200bin kişinin yararlanacağıda eklendi. Fakat birkaç hafta sonra bir anda vicdani red su yüzüne çıktı. Bedelli unutuldu..
Aşağıdaki iki link iktidara en yakın olan gazeteler içerisinden en popüler olan ikisine ait.
Zaman ve Sabah
Tarih: 16 Kasım
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1202585
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/11/15/vicdani-ret-aciklamasi
Bu gazeteleri bilhassa seçtim. 'Gündemimizde olmadı' açıklamasında dikkati tekrar buraya çekicem. Şimdilik bu gazeteler dahil hepsinde vicdani red açıklamalarının çıktığını aklımızda tutalım.
Şimdiyse bedelli askerlikle ilgili ilk resmi açıklamaya bakalım;
Tarih:17 Kasım
http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/11/17/bedelli-calismasi-bitti-haftaya-yasa-cikiyor
Gündem tam anlamıyla vicdani red üzerine yoğunlaşmış tepkiler artmışken bir anda yine terse yatırılıyor medya. Tam bir karmaşa hakim hem sosyal mecrada hem görsel mecrada hem de yazılı mecrada.
Bu sefer 5 gün sonra,
Tarih:22 Kasım
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/19303120.asp
Erdoğan şov başlar, vicdani red yerden yere vurularak askere sahip çıkıldığı izlenimi verilir. Biraz peygamber ocağı, biraz Muhammed derken, gönül çeşmelerine dokunulur. Bakın biz her zaman olduğu gibi Türkiye'yi kucaklıyoruz. Askerlerimize haksızlık yapmıyoruz. Vicdani red gibi bir 'ahlaksızlığa' göz yummuyoruz.
Haksızlık yapılmıyorsa bedelli nasıl çıkıyor?
Şu iki bilgi bunun yeterli cevabı
Bedelliden faydalanacak kişi sayısı 400bin küsur
Gelir 13 trilyon lira
Muhafazakar parti bedelli çıkarıyor. Muhafaza ettiği değeri iktidarının ekonomik krizden etkilenmemesi için satıyor. Ama seçmen içini ferah tutsun en azından parasız yırtamıyorlar!
Fakat enteresan olan noktalardan biride Erdoğan'ın 'Gündemimizde olmadı' açıklaması.
Nasıl olmaz? 15 kasımda Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz açıklamadı mı? 5 gün boyunca bütün medyada bu tartışılmadı mı? Tüm gazete ve siteler bunu yazmadı mı?
Özgürlükçü parti vicdani reddi yerin dibine sokuyor. Özgürlük teması uçup gidiyor..
Yazıyı seçimden bir ay önce Erdoğan'ın bedelliye karşıyız açıklamasını yaptığı Mayıs 2011 ile Kasım 2011 tarihli bedelli tamam açıklamalarının bulunduğu videoyla yapıyorum.
http://www.guzelvideo.com/335-recep-tayyip-erdoganin-mayis-ayindaki-bedelliye-karsiyiz-yorumu.html
Devletin Dersim'le Yüzleşmesi Ne Kadar Samimi?
Dersim'deki katliamda kafası koparılan biriyle, kafasını koparan askerlerin fotoğrafı |
20 Kasım 2011 Pazar
Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek
Jessica Williams, dünyanın röntgenini çekmiş. Tespitlerini ise "Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek" adını verdiği bir kitapta toplamış.
Aykırı Yayınevi'nden piyasaya yeni sürülen bu kitap, oldukça ilginç.
"50 gerçek" olarak adlandırılan aykırılıklar, yanlışlıklar veya sorumsuzluklar, ilk bakışta birbiriyle ilintili gözükmeyebilir. Ama her biri, dünyanın çivisinin üzerine bir balyoz gibi iniyor.
"Yokoluş"a doğru hızla sürükleniyoruz.
Kendi ikbalimiz için fır dönerken, bir de dünyanın nasıl döndüğüne bakalım...
İşte, dünyayı tersine çeviren 50 gerçek:
1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl
yaşıyor.
2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik
oranına sahip.
4- Çin'de 44 milyon kadın kayıp.
5- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla.
6- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti.
7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla
bilgiye sahip.
8- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon,
Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla.
9- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak, 9'unda
ise cezası ölüm.
10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor.
11- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda
hayatını kaybediyor.
12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı.
13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor.
14- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var.
15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor.
16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon
dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor.
17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor.
18- 15 yaşındaki İngilizler'in yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri
sigara içiyor.
19- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre
üyesi için 125 kişi çalışıyor.
20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor.
21- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve taciz
vakası yaşandı.
22- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını
tanıyanlardan fazla.
23- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor.
24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar.
25- Amerikalılar'ın üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor.
26- 150'den fazla ülkede işkence var.
27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor.
28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33.
29- Dünyanın üçte biri savaş halinde.
30- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir.
31- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor.
32- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı.
33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için
yaşanıyor.
34- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS.
35- Her yıl 10 dil ölüyor.
36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla.
37- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor.
38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var.
39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor.
40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor.
41- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk sezonunda
32 milyon kişi oy kullandı.
42- ABD, pornografiye yılda 10 milyar dolar harcıyor.
43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri
harcama yapıyor.
44- Dünyada 27 milyon köle var.
45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç
haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor.
46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor.
47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor.
48- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi, atmosfere
kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor.
49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var.
50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile
çocuklarına göre 3 kat daha fazla
14 Kasım 2011 Pazartesi
Biraz Susalım da Müzik Çalsın
13 Kasım 2011 Pazar
BDP'nin Siyasetsizliği
Silahsızlanma sürecinin bitmesi ve başlaması yönündeki emarelerin arttığı dönemlerde nedense koyu bir siyasetsizliğe sürüklenmekte bdp, onların yerine pkk'nın yönetici kadroları fikir beyan etmekte icraat göstermekte ve muhattap alınmaktadır. Zira bdp kürt halkının temsilcisi olduğu iddiasında iken böylesine kritik dönemlerde bayrağını pkk'ya devretmesiyle bu noktada kendisini çözümün anahtarı olmaktan çok uzağa taşımaktadır.
Bunun yanında Abdullah Öcalan'ın dinlenmesi konusunda fikirler beyan etmiştir. Eğer ki kendini 80 darbesinden bu yana tahammülsüz çileler çeken Kürt halkının özgürleşmesini sağlayacak merci olarak gören bir parti Öcalan'ı muhatap almaya çağırıyor ise devleti, burada büyük bir siyasetsizlik vardır. Öcalan tüm sorunları şiddetle çözebileceğini zanneden bir örgüt lideridir. Öcalan net fikirleri olmayan liderlik vasıfları zayıf ve sözlerinin fikirlerinin tutarsızlığı ile Kürt halkının önderi olamayacak onları özgürleştiremeyecek bir şahıstır. Bunun için en basit örnek kemalizm üzerine söylemleridir. Kaldı ki bunun yanında şiddetten yakınan bir örgüt olup çözümü salt şiddetle arayan bir örgüt liderini muhatap kabul ettirmeye çalışmak başlı başına bir tutarsızlıktır.
Demokrasiyi ve özgürlüğü ağzından düşürmeyen bdp vekilleri öldürülen Hikmet Fidan'ın neden arkasında durmamıştır? Neden onun peşine düşmemiştir ya da aralarına almamıştır? Bu cinayete neden karşı çıkamamıştır? Neden Kemal Burkay gibi isimlerle ortak çalışmalarda bulunmamış yahut bulunamamıştır?
Tutarsızlıklarının yanı sıra siyasetsizlik noktasına da değinmekte fayda mevcuttur. Her fırsatta birbirinden farklı özerklik yapıları ve dünyadan terör örnekleri dışında tek bir yeni düşünce ortaya koyamamış, kendilerince meşru olmayan Kürt halkını meşrulaştırabilecek hiç bir pozitif katkıda bulunmamışlardır. Bir yanda anaları gösterip silahlar sussun demiş diğer yandan Öcalan dinlensin demiştir. Bdp tarafından verilen en meşhur örnek ise; dünyada hiç bir terör örgütü silahla bitmemiştir. Madem solcu bir parti addediyorsunuz kendinizi madem eşitlikçi, gerçekçi ve objektif bakış açısını benimsiyorsunuz peki o zaman neden bu örneğinizin diğer boyutunu gözler önüne sermekten çekiniyorsunuz; dünyada hiç bir terör örgütü silahla zafer kazanamamıştır.
Yaratıcılık ve aktivizm noktasında da oldukça yetersiz gözükmektedir bdp. Son kullanma tarihi geçmiş; oturma eylemleri, sivil itaatsizlik, parti toplantısında özerklik ilan etmek gibi partiyi komik duruma düşüren ve ciddiye alınmaktan uzak noktaya düşüren unsurlarda kullanılmıştır.
Kürt kültürünün korunmasından bahsederken, bunun için hangi destekte hangi yaratıcı eylemde hangi yenilikçi bakış açısında bulunulmuştur? Kürt eserlerinin türkçeye çevrilmesinde darbe öncesi Kürt hareketlerinin anlatılmasında ne gibi katkı ve desteklerde bulunulmuştur?
Kürt hareketini, darbe sonrası imiş gibi göstermek bir anlamda pkk ile yapışık göstermek Kürt halkını yanıltmak değildir de nedir? Bu zamana kadar statükodan en çok cefayı çeken Kürt halkını oyalamak ve statüko oyuncağı yapmak değildir de nedir? Tek çatı altında giriyoruz seçime birleşiyoruz yalanını söylerken terör karşıtı Kürt düşünürlerini ya da yapılanmalarının yok edilmesini sümen altı etmek hangi vicdana sığar? Pkk yapılanması ses getirmeye başladığı esnada 11 adet Kürt siyasi hareketinin ortak bildiri yayınladığı, 'silah çözüm değildir.' fikrindeki metni halkından saklamak dile getirmemek barışın nesine katkıdır? En önemlisi yürekli olarak korkmadan ne terörün ne de devletin oyuncağı olmadan halkını düşünen yahut barışı düşünen yenilikçi siyaset yapan tek bir üye bulunmamaktadır bdp içerisinde.
Bir Türk olarak Kürt halkının temsilcisinin bdp olarak lanse edilmesinden derin bir üzüntü duymaktayım. Kültür korunsun, tek tipleştirme ve asimilasyon bitsin derken diğer tarafta karşıt sesin kanla susturulması kültürün dile getirildiği kadar önemsenmemesi. Bdp'yi çözümden çok paranın, silahın, bölge güçlerinin oyuncağı yapmaktadır. Devlet tarafından öldürülen Kürtlerin bir kezde umutlarını kendi içlerinden çıkanlar öldürmektedir.
Türklüğe ve Türkiyeliliğe Koyu Milliyetçi Bir Bakış
7 Kasım 2011 Pazartesi
AKP'nin İnşaat ve Demokrasi Sınavı
Bugün ovada siyaset yapmaya çalışan insanları sırf devlet politikalarından farklı düşünüyor diye, bugüne kadar eline silah almamış olmasına rağmen ve barışın yollarını arşınlamasına rağmen, (Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu gibi) bugün bu şekilde düşünenleri korkutmaya ve sessizleştirmeye çalışan bir demokrasi anlayışımız var. Bugün bir cemaatinin liderini eleştiren bir kitap yazdı diye (daha doğrusu daha tam anlamıyla yazılmamıştı) basılmadan, o kitabı toplayan ve yazarını tutuklayan bir demokrasimiz var. Aynı şekilde hükümeti devirmeye çalışmakla suçlu görülen sendikacılar, politikacılar var. Suçları ise, hükümeti devirmek için gösteri ve yürüyüş yapmak. Şimdi bir düşünün, beğenmediğiniz bir hükümetin iktidardan gitmesi için ne yapmanız lazım ki suçlu bulunmayasınız? Ki anayasal hak olarak gösteri yapabilir, eylem yapabilir ve hatta izinsiz bir şekilde basın açıklaması yapabilirsiniz. Ama birileri çıkıp, bunlar suç diyebiliyor. Size ise herhalde ağlanacak halimize gülmekten başka bir şey kalmıyordur böyle olunca. Hadi bunları geçelim siyaset-üstü olan konulara gelelim desek; önümüzde duran yüzlerce taciz, tecavüz, kadına karşı şiddet davaları var. N.Ç. gibi, Siirt'teki tecavüze uğramış ilkokul öğrencisi 4 kız çocuğu gibi, Ayşe Paşalı gibi. Şimdi bu mantıkla hareket eden bir siyasi partiyi inşaatçılığıyla ne kadar övüyorsam, aynı şekilde bunları yaptığı için, engel olmadığı için o kadar iğreniyorum.
3 Kasım 2011 Perşembe
TV'lerdeki Yardım Toplama Palavrası
Kanallar parayı topluyor. Aslında isimleri alıp, direkt Başbakanlığa gönderiyorlar. Hangi kişiler yatırmış, hangi kişiler yatırmamış kimsenin umrunda değil. Bu yardımları toplayan kanallar hiç tekrardan kontrol edip, bunun hesabını sormuyor. Zaten Başbakanlık bunlarla ne uğraşacak zamanı var ne de böyle bir hakkı var. Zaten bunu bilen işadamları da arayıp bol keseden atıp, sonra ortalıktan yok oluyorlar. Ama öyle bir-iki kişi de değiller epeyce fazlalar. Çıkıp reklamlarını yapıyorlar, biz halkımızın yanındayız mesajı veriyorlar ama sonrası büyük bir hiç. Kanallar da sözlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini takip etmiyor, bu yalanları söyleyenleri ifşa etmeyi akıllarından bile geçirmiyor. Program bittiğinde, kanallar için de herşey bitiyor. Amaçları zaten yardım toplamak da değil. Biliyorsunuz her kötü olayda hemen bir kısım insanlar dizileri bu hafta yayınlamayalım diye düşünüp, o hafta ara veriyorlar dizilere. Ama dizi yoksa ne yapmalı diye düşününce akıllarına bu fikir geliyor ve dizilerin olmadığı zamanı böyle doldurarak geçirmeye çalışıyorlar. Duyarlıyız imajını sağlayıp, reytinglerine daha da reyting katmaya çalışıyorlar. Bizler de evlerimizde dizi yoksa; yardım var, insanlık var diye düşünüp oturup izliyoruz. Her gelen parayla daha büyük bir çoşkuyla, duygulanarak ve aslında kandırılarak. Oysa hâlâ onların tabiriyle: "Show must go on!"
TSK Tasfiyelerle Arındı mı?
Türk Silahlı Kuvvetleri |
1980'lerin sonlarından itibaren başlamış olan koruculuk sistemi hala doğru düzgün çalışmamasına rağmen devam etmektedir. Bu sistemin işlememesinin sebebiyse, doğu ve güney doğu bölgelerindeki köylerden devşirilen insanlar. Daha doğrusu devşiriliş yöntemi ve bu sistemin korsan bir method olması. Bu köylerde korucu yapılmak istenen kişiler tehdit edilmektedir. Ya korucu olursun ya da köyünüzü yakarız yahut ailen rahat yüzü göremez kabilindendir bu tehditler. İşin açmaz yanı ise bu köylerdeki insanların çoğunun ailesinden en az birisinin PKK üyesi ve ya bu örgütün öldürülen bir elemanının bulunmasıdır. Siz bu insanı tehdit ederek eline Kalaşnikov silah vererek akrabası bir insanı vurmasını bekliyorsunuz. Bir anlığına kimliğimizi unutalım ve herhangi bir akrabamızın PKK saflarına geçtiğini düşünelim ve bize böyle bir tehditle onu veya bir küçüklük arkadaşımızı vurmamızı istediklerini düşünelim. Konumu ne olursa olsun bu kişinin bizim akrabamız olduğu gerçeği değişmez ki bu insanlık suçu olan terör dahi olsa. Kaldı ki bu hiç bir resmi kaydı olmayan insanlara silah temin ederek hem askeri hem sivil vatandaşı tehlikeye atmış devlet eliyle terör yapılmış oluyor.
Neden koruculuk sistemine değindiğime gelirsek, bu sistemi üreten zihniyet JİTEM'i kurmuş ve Hizbullah'a destek vermiştir. Bu örgütler suçlu masum ayırmadan binlerce faili meçhule imza atmıştır. AKP bunları öne sürerek TSK'nın arındırıldığını belirtmiştir. Fakat gözden kaçan bir nokta var; verilen 24 şehitin arkasında korucu ihmal ve ihaneti olduğu. Kimi korucular saldırı esnasında olması gereken yerde bulunmamıştır kimileri ise PKK saflarına geçerek şehitlere ateş etmiştir. Olay sonrası 'yenilenmiş' TSK'nın verdiği raporda koruculuk sisteminin kalkmaması ve düzeltmeler yapılarak devam ettirilmesi gerektiği yazmaktadır.
Sonuç olarak JİTEM gibi Kürt sorununu kansere çeviren bir yapılanmanın kurucusu Arif Doğan serbest bırakılırken(belkide devlet diyetini böyle ödedi ona karşı) 'temizlik' adı altında TSK'da kadrolaşma yapıldığı artık aşikardır. Pek tabii tutuklular arasında suçlular hatta insanlık suçu işleyenlerde vardır fakat bu tasfiyelerin arkasında zihniyet devrimi değil kadrolaşma yatmaktadır.
1 Kasım 2011 Salı
13 Yaşındaki Kızın Tecavüz Davasının Sonucuna Dair
Milliyet'in haberine göre, Yargıtay, hüküm kurarken, yerel mahkeme gibi, küçük kızın, babası, dedesi yaşındaki kişilerle rızasıyla birlikte olduğu yorumundan hareket etti. Yargıtay, yerel mahkemenin aynı yorum doğrultusunda verdiği, sanıkları 5 yıl fazla cezadan kurtaran “15 yaşından küçük kızla rızasıyla birlikte olmak” ve 5-10 yıl hapisten kurtaran “rızasıyla alıkoymak” suçlarından verilen cezaları onadı. Yargıtay’ın yerel mahkemeden tek farklı yorumu ise verilen cezaların yarı oranında artırılması konusunda oldu. Ancak, ceza artırılarak yeniden verilse bile sanıklar 12.5 yıl hapisten kurtulmuş oldu.
13 yaşındaki bir kızın cinsel olgunluğunun oluşmamış olmasına ve cinsel ilişkinin daha ne olduğunu bilmemesine rağmen, bizim adaletimiz bu durumu rızası vardı diyerek vicdansızlıklarına vicdansızlık kattı. Bir ahmaklık değil de nedir bu sonuç? Hangi kafayla, hangi vicdana inanarak bu salakça karara imza attılar acaba? Bundan sonra bu hakimlere hangi davayı verebilirsiniz ki, adaletlerine inanabilir miyiz ki? Bu dava siyasetler üstü bir dava olmasına rağmen (her kesim bunlardan rahatsız), karar yine bir fiyasko. 2002'den bu yana 18'ini aşmış bir genç kadın hala geçmişiyle yüzleşebilmiş değil. Hala onun o psikolojik durumu verilecek cezalarla düzelememiş aksine devlete güvensiz, adelete inanmayan genç bir kadın yaratmışız. Hep beraber buna önayak olduğumuz için utanmamız lazım. Tabi ki burada tek eleştirilmesi gerekenler hakimler değil. Buna imkan veren yasalarımız da maalesef değişmedikçe bizden doğru düzgün bir adalet çıkmaz. Herkes yeni anayasaya takmışken, birilerinin ceza kanunlarını da gözden geçirmesi gerekiyor, eleştirmesi gerekiyor.
Her türlü durumda kendi siyasal görüşlerine göre sokağa çıkan, eylem yapan ve bir kamuoyu yaratan bizler eğer bu konuya ve kadına karşı şiddete karşı ortak eylemler düzenlesek, başörtülüsüyle, ateistiyle, sosyalistiyle, milliyetçisiyle, eylemlerde siyasal propaganda yapmadan bir adım atabilsek, manşetlerin gölgesinde kalan sorunlarımızı çözmeye uğraşsak ne de güzel olurdu! Kıvılcımı bizden olsun, büyütmesi de sizden. Eğer oturduğumuz rahat koltuklardan kalkıp, sokağa çıkabilirsek.
9 Ekim'deki yazım: http://herbokolog.blogspot.com/2011/10/13-yasndaki-kzn-tecavuz-davasna-dair.html
23 Ekim 2011 Pazar
Yamyamlaşmak
Bir diğer duruma gelirsek eğer, ülkemizde maalesef son günlerde savaş ortamı gittikçe çıkılmaz bir hal alıyor. Artık ne demokrasi, ne anayasa, ne eşitlik kaldı elimizde. Uzun uzuna anlatmadan kısaca değerlendirme yaparsak; Diyarbakır Cezaevi'nde insanların makatlarına ve ağızlarına sokulan coplardan, taşmış kanalizasyonun üstünde süründürülen insanlardan, çıplak şekilde soğuk suya ve işkenceye maruz kalanlardan, tacize uğradan erkeklerden veya kadınlardan sonra bu sorun büyük bir hal aldı aslında. Ve aslında bu sorun burada başladı. Sonra köyler boşaltıldı, insanlar köylerine dönmesin diye o köyler yakıldı. İnsanlar yoksullaştırıldı, göçer hale yani mevsimlik işçi haline getirildi. Kürt demek ve Kürtçe dili yasaklandı. Kürt aydınları öldürüldü, köyler basıldı kadın, çocuk demeden sırf Kürt oldukları için öldürüldü. Kürtçe albüm yapmak isteyen Ahmet Kaya'ya çatallar fırlatıldı. Ovada siyaset yapanlar tutuklandı, hapsedildi. İşte bu olaylar yüzünden bu savaş başladı ve devam ediyor. Şimdiye gelirsek, devletin yaptığı hatalardan bahsetmişken bir de PKK'nın hatalarından bahsetmek gerekiyor kısaca sanırım. Evet, öldürülen her PKK'lı, Kürt halkının özbeöz evladıdır ancak öldürülen her asker de Türk halkının özbeöz evladıdır. PKK'nın yanlış yaptığı nokta işte tam da bu. Devletten öç alma niyeti veya demokrasiye ulaşma isteği artık özellikle bu yüzyılda silahla, savaşla yürümez. Askerin ölmesi devleti zor durumda bırakmaz aksine kan isteyen kan emicilerini çoğaltır. Devlet vatan sağolsun der, şehit ailesinin kesilmiş elektriğini açar, birkaç gün bu konuyu konuşur sonra unutturur. Geriye ağlayan anneler-babalar kalır.
İşte tam da bu noktada, 24 askerin ölmesinin ardından çok büyük bir üzüntü yaşıyorum ve kahroluyorum ancak içimizdeki yamyamlar da kan istiyor ve o kan durmadan akmaya başladı. Bilmem kaç PKK'lının ölmesi, o kanı emmek birilerine rahatlama hissi veriyor, bu bir gerçek ancak daha sonrasında ne olacağını düşünüyorsunuz? Her şey çözülmüş mü oluyor? Biz barış yapmazsak, bugün ETA'nın silah bırakmasındaki en büyük neden olan yeni demokratik anayasayı, özerkliği, dil hakkını, siyaset hakkını, alternatifleşmeyi sağlayamazsak nasıl ETA gibi bir hareketi PKK'dan bekleyebiliriz ki? Kürtler Türklerden kan istedikçe, Türkler Kürtlerden kan istedikçe neyi nasıl ve ne şekilde düzeltebiliriz? Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı bizimle birlikte savaşan, Güneydoğu'nun Türkiye'ye bağlanması için savaşan, Fransızları yenen ve yeni Türkiye'de yer alan bir halka özerklik vermek o kadar kötü bir durum teşkil etmemeli.
Aynı şekilde şu anda Van'da yaşanan büyük felakete karşın, "oh iyi oldu" diye tavır koyan, bundan mutluluk duyan, sevinç naraları atan yamyamlar da mevcut aramızda. Size iki durum sunmak istiyorum tam da bu noktada. Eğer bir Allah inancı varsa içinizde, "Hepimiz Havva'nın ve Adem'in güzel evlatlarıyız." Eğer bir inancınız yoksa ve hepimizin maymundan geldiğini düşünüyorsanız; maymunları şempanze, orangutan, makak diye ayırmak ne kadar saçmaysa, siz de insanları lütfen kökenlerine göre ayırmayın.
İnsan dediğimiz canlıyı hayvanlardan ayıran tek şey, düşünebilmesidir, medenileşebilmesidir. Ama bizler kökenimiz ne olursa olsun yamyamlaşırsak eğer, kan emmek istersek, diğer hayvanlardan hiçbir farkımız kalmaz. İnsanca yaşabilmek için, barışın beyaz bayrağını herkesin salladığı bir dünyayı görmek için hayvanca güdülerimizi bir kenara bırakmak ve düşünmeye başlamak gerekiyor.