23 Temmuz 2011 Cumartesi

İmamın Ordusu - 3

Toplantı sonrasında Cihaner, Erzincan polisinden söz konusu adreslerle ilgili çalışma yapıp rapor vermesini istedi. Birkaç gün sonra raporda, belirlenen adreslerde iddia konusu olayın geçmediği yazıyordu. Bunun üzerine Başsavcı, aynı araştırmayı İl Jandarma Alay Komutanlığı’ndan istedi. Jandarmadan gelen rapor ise emniyeti yalanlıyordu; medrese eğitimi verilen evlerin tespit edildiği yönündeydi.
( syf. 158 )

Nihayetinde, telefon kullanılmadan, polisten gizlenerek yüzyüze yapılan haberleşmeler sonucunda, 23 Şubat 2009 tarihinde İsmailağa Cemaatine yönelik operasyon gerçekleştirilebildi. Cemaate bağlı vakıfların Erzincan ve bazı ilçelerinde 4 ila 6 yaşındaki çocuklara yatılı dini eğitim verdiği tespit edilmişti. “Bir şekilde engellenmeye çalışıldığının” hissedilmesi nedeniyle sadece Erzincan’la sınırlı tutulan operasyonda ilk aşamada 30’a yakın kişi gözaltına alındı. Zanlılardan 9’u “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” ve “örgüte üye olmak” suçlamalarıyla tutuklandı. Operasyonda yatılı din eğitimi alan 60’a yakın çocuk tespit edildi. Cihaner'in daha sonra Adalet Bakanlığı’na gönderdiği savunmasında, dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in bu dönemde kendisini arayarak “Seçimler yaklaşıyor, bu soruşturma bizi zora sokuyor’ dediği yer aldı. Cihaner savunmasında ayrıca Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı Çetin Şen tarafından arandığını ve böyle soruşturmaların insanın başını derde sokacağını, Ankara’da ortalığın toz duman olduğunu, yaptığı soruşturmanın Ergenekon soruşturmasına misilleme olarak algılanacağını söylediğini de belirtti.
( syf. 159-160 )

Barajın bulunduğu yer, askerin yetki alanında olmasına karşın, Erzincan Emniyet Amirliği’ne mensup polisler, bizzat Erzurum Özel Yetkili Başsavcısı Osman Şanal’ın nezaretinde aramalara başlamıştı. Aramalarda gerçekten de silah ve mühimmat bulundu. 10 el bombası, 1 adet kimyasal el bombası, 3 adet el bombası fünyesi, 2 adet 40 milimetrelik bombaatar mühimmatı, 310 adet 5 milimetre uzunluğunda uzun namlulu silah fişeği, 5 adet Bixi silahına ait çelik çekirdekli yangın fişeği, 1 adet uçaksavar fişeği, 6 adet Commet aydınlatma fişeği, 1 adet renkli küçük sis kutusunun yanı sıra bir cep telefonu ile telefondan ayrı vaziyette bir de sim kartı ve hafıza kartı da bulunmuştu. Göl sularının çekilmesiyle bulunduğu öne sürülen silah ve mühimmatı atanlar, her nedense kendilerine ulaşılacak bilgiyi barındıran “cep telefonu ve sim kartı da olay yerine atınca”, yapılan teknik inceleme sonucu zanlılara ulaşılmıştı.
( syf. 163 )

Bankalar, gazeteler, televizyon kanallarıyla hızlı bir yükselişe geçen Yiğit’in, Çakıcı’yla yaptığı konuşmalar Milliyet gazetesini satın almasından 6 gün sonra 13 Ekim 1998’de Sağlar tarafından açıklandı. Konuşmalarda, Çakıcı’nın ihaleye girecek diğer işadamlarını tehdit ettiğinden ve hükümetin geçtiği iltimaslardan bahsediliyordu. Kasetin şalvarlı bir kişi tarafından kendisine elden verildiğini belirten Sağlar’ın açıklamaları üzerine Yiğit, Türkbank ihalesine katılmasının nedeninin Alaattin Çakıcı değil, Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ve daha sonra da Güneş Taner’in yönlendirmesiyle olduğunu söyledi. Türkbank’la kendisi ilgilenmeden önce devletin iki defa bankayı satma teşebbüsünde bulunduğunu ve Çakıcı’nın her iki satış teşebbüsüne de müdahale ettiğini hatırlatan Yiğit, Mesut Yılmaz’ı kastederek, “En büyük hatam devletin Başbakan’ına inanmamdı” dedi. “İhaleye fesat karıştırmak” suçlamasıyla açılan soruşturma tutuklanan Yiğit, gözaltında tutulurken emniyette verdiği ifadede, Türkbank ihalesiyle ilgili kendisine komplo kurulduğunu öne sürerek, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz ve Devlet Bakanı Güneş Taner’in bankanın satışı ile gelişmelerden önceden haberdar olduğunu iddia etti. Skandalla birlikte Yılmaz Hükümeti de sarsıldı. CHP, verdiği güvenoyonu çekti ve 25 Kasım 1998'de hükümet düştü. Yılmaz, Devlet Bakanı Güneş Taner’le birlikte Cumhuriyet tarihinde Yüce Divan’da yargılanan ilk başbakan da oldu. Yüce Divan, 23 Haziran 2006’da davanın kesin hükme bağlanmasını kendisinin de Başbakan Yardımcısı olarak görev aldığı DSP, MHP ve ANAP hükümeti zamanında 22 Aralık 2000’de çıkarılan ve Rahşan Affı olarak bilinen 4616 sayılı Şartla Salıverilme Yasası uyarınca erteledi.
( syf. 189-190 )

“Raporda geçen ‘harici çalışmalar’dan kasıt İDB tarafından isimsiz, imzasız bilgi notu başlığı altında operasyonel birimlere gönderilen istihbarat notlarını içermektedir. Söz konusu istihbarat notlarına Emniyette sadece İstihbarat Daire Başkanlığı’nda mevcut teknik imkânlar sayesinde kişilerin geriye dönük telefon trafiğinden ve arşiv bilgilerinden yola çıkarak hukuken hiçbir geçerliliği olmayan ve hazırlayan açısından da hiçbir sorumluluk yüklenmeyen bilgiler bulunmaktadır. Bu sayede hedef olarak seçilen kişiler art niyetli olunması halinde istenilen her olaya, bir mizansen dâhilinde hiçbir somut bilgi ve belgeye ihtiyaç duyulmadan rahatça bağlanabilmekte, şüpheli kişiler ve hayali örgütler yaratılabilmektedir. Ülkemizde son dönemde yaşanan hukuk karmaşası ve kaotik ortamın oluşmasında yukarıda anlatılan hiçbir hukuki değeri olmayan, görevlilerin insafına kalmış istihbarı çalışmaların emniyet birimlerince art niyetli bir şekilde soruşturma aşamalarında kullanılmasının çok önemli bir paya sahip olduğu yadsınamaz bir gerçektir.”
( syf. 226 )


........ Hanefi Avcı, KOM Daire Başkanlığı’nın ardından kızak sayılacak bir görevle önce Edirne’ye ardından da Eskişehir’e emniyet müdürü olarak atanmıştı. “İl emniyet müdürlüğü nasıl kızak görev olur?” diye soranlara Avcı’nın görevlendirildiği Edirne ve Eskişehir’in AKP’nin iktidar olamadığı kentler olduğunu anımsatmakta fayda var. Yolsuzluklar konusunda dürüstlüğünden hükümet dâhil kimsenin kuşku duymadığı Avcı’nın, AKP’li bir yönetimin olduğu kentlerde kazara da olsa bir yolsuzluk tespit etmesi istenen bir durumdu çünkü. Ancak özellikle Eskişehir için bu sözkonusu olmadı. Avcı’nın uzun süren sessizlik dönemini bozan ise çarpıcı iddialar ortaya attığı yazdığı kitabı oldu. 20 Ağustos 2010’da piyasaya çıkan “Haliçte Yaşayan Simonlar Dün Devlet Bugün Cemaat” adını verdiği kitabında Avcı, Fethullah Gülen cemaatinin devleti ele geçirdiğini iddia ediyordu. Kitabında telefonlarının dinlemeye alındığını, komployu fark edince de İçişleri Bakanı'na şikâyette bulunduğu anlatan Avcı, tüm yaşananları Başbakan'ın Başdanışmanına anlattığını, aradan aylar geçmesine rağmen herhangi bir gelişme olmayınca da kitap yazmaya karar verdiğini söylüyordu.
( syf. 267-277 )

Bir dönemin mağdurlarının, zulmedenlerle hesaplaşmasına dönen bu sürecin de bir gün hesaplaşılan bir dönem olup olmayacağı bize yine zaman gösterecek. Bu kitapla amacımız elbet bir takım suçlamalara maruz kalan emniyetçileri ve elbette Ergenekon sanıklarını aklamaya çalışmak değildi. Kısaca, “Kral çıplak” diyenlerin başlarına ne geldiğini göstermek istedik. Çünkü maalesef bunu yapan medya organları ya da gazeteciler yok denecek kadar az. Var olanlar da ekonomik ya da ideolojik gerekçelerle türlü biçimlerde sansürlenerek susturulmuş durumda. Bu yüzdendir ki son dönemde Ergenekon ve benzeri soruşturmalara ilişkin yazılan kitapların sayısında ciddi bir artış görülüyor. Haber yazamadığı için kitap yazanların yanı sıra, yazılan yanlı ve “rıza üretimi” gerçekleştirmek maksadıyla yapılan haberlerin derlendiği kitaplar da mevcut elbette. Ancak görünen o ki, kravatlı vesayet iddiaları artarsa haber yapılamayan ülkede belki kitap yazmak değil ama okuyucuya ulaştırmak hayli zor olacakmış gibi görünüyor.
( syf. 297-298 -son sayfa- )

31/03/2011 tarihinde internete düşen kitabın orjinaline ulaşmak isteyenler için;

http://www.2shared.com/document/X9_5Llm5/dokunan_yanar.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder