23 Temmuz 2011 Cumartesi

İmamın Ordusu - 2

Polis Akademisi’ni bitiren öğrencilerin başlamış olduğu görev, yeni gruplar oluşturularak imam kadrolarını belirledikleri, imamların genelde üst rütbeli şahıslardan seçildiği, mezun olan öğrencilerden maaşa geçtikten sonra, bekâr olanlardan maaşının 1/5’i, evli olanlardan ise 1/10’u nispetinde himmet adı altında para topladıkları, ........
( syf. 105-106 )

Hürriyet gazetesinin manşetinde “Poliste Skandal” başlılı bir haber vardı. Habere göre, Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın çeşitli suçlardan aranan akrabası, başkentte polis tarafından yakalandığı halde birkaç saat sonra serbest bırakılmıştı. 26-27 Mart 1999 günlerinde olan olay 1,5 ay sonra elbette ki İstanbul polisi tarafından medyaya servis edilmişti. Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral’ın amca çocuğu olan ve 1995’te soyadını değiştiren Âdem Halim Sarıalioğlu’nun, “Silahlı çete kurmak” suçundan aranırken İstanbul polisi ile Emniyet Genel Müdürlüğü’nün çabaları sonucu başkentte 8 kişiyle birlikte yakalandığı; üstlerinde 1 Kalaşnikof, 1 Scorpion marka otomatik silah, 11 tabanca, 245 fişek, 1 çelik yelek de bulunduğu ama birkaç saat sonra serbest bırakıldığı anlatılıyordu. İşin ilginç yanı, Adem Halim Sarıalioğlu’na ait 9 mm. çaplı Browning marka tabanca ruhsatlıydı ve arandığı dönemde 13 Ekim 1998’de Ankara Valiliği vermişti.
( syf. 107 )

Osman Ak, Kırıkkale 2. Asliye Ceza Mahkemesi’ne sunduğu yazılı savunmasında aslında tüm dinleme sürecinin nedenini de açıklamış oluyordu: “Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, eski İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın hakkındaki yargılama kararını bozdurmak için Yargıtay’da bazı kişilere rüşvet verileceğini, bu işlemde aracı olanlardan birisinin Tuncay Özkan’la ilişki içinde olduğunu beyanla, anılan şahısla işbirliğine girilerek çok gizli bir çalışma yapılması, safahata ilişkin ara makamların yazılı ya da şifahi olarak bilgilendirilmemesi yolundaki talimatı üzerine, Özkan, İstihbarat Şubesi’ndeki ilgili personelimizle ilişkiye geçirilmiş, aracı olduğu iddia edilen şahısla temas sağlanmış, verdiği bilgiler doğrultusunda yapılan ön çalışmalarda anlatımları tatmin edici bulunmayınca şahsın ilişkide olduğunu iddia ettiği yargı mensubumuzla teması gözlenmiş ve olayın tamamen uydurma olduğu kanaatine varılmıştır. Yargıtay’ı şaibe altında bırakacak bu uydurma iddia, hiç bir yargı mensubunu deşifre etmeden, sonuçlanmış, komplo bertaraf edilmiştir.”
( syf. 109 )

Özellikle Ergenekon soruşturmalarında çok sık başvurulan bir yöntem olan isimsiz ihbar telefonları ve mektupları ile elektronik postaların Fethullahçı polisler tarafından yönlendirilen ve kontrol edilen tüm operasyonlarda kullanıldığını öne süren Saçan, “Hâkim oldukları İstihbarat ve Organize Suçlar birimlerinde yasal olmayan yollardan dinleme yapıp izledikleri hedefleri hakkında istedikleri suçu yaratabilecek ve bu suçla teknik dinleme ve izlemeleri uyumlu hale getirebilecek düzenleme yapabilmektedirler. Böylece diledikleri suç malzemelerini hedef şahısta bulabilecek ortamı hazırladıktan sonra yaptıkları soruşturmayı yasal hale dönüştürmektedirler. Yani önce yasal olmayan yollardan suç ve delil ihdas edip sonra ihbarlarla konu kendilerine yeni intikal etmiş gibi işleme başlamakta, savcılık ve mahkemeleri de aldatmakta ve inandırmaktadırlar” diyordu. Saçan bunun örneğinin de kendi başına geldiğini şöyle anlatıyordu:
“Bu iddialarıma somut örnek yargılandığım Ergenekon iddianamesine de konu olan Duyu-San Ltd. Şirketi baskınında görülecektir. Babasını tanıdığım bir tiner bağımlısı çocuk, Organize Suçlar Şube Müdürü Ayhan Buran ve Organize ile İstihbarat Şubelerinden sorumlu Müdür Yardımcısı tarafından kullanılarak, babasının işyerinin El Kaide Bomba İmalâthanesi olduğuna dair telefon ihbarı yaptırılmış, bu ihbar üzerine düzenekten habersiz bir Terörle Mücadele Şube Ekibi ihbarda geçen işyerine gidip ihbarın asılsız olduğuna dair bir rapor tutmuştur. Bu rapora rağmen sanki oraya hiç gidilmemiş gibi DGM Savcılığından ihbar tutanağı esas alınarak arama kararı alması istenmiş ve DGM Hâkimince ‘El Kaide örgütünün bomba imalathanesinin aranması için’ yasal arama izni verilmiş bunun üzerine ertesi gün aynı yere onlarca polisle gidilip bomba imalathanesi yerine ‘Organize Suçlar Şube Müdürü olduğum döneme ait binlerce sayfa, evrak, kaset sureti vs’ bulunmuştur. Olay tarafımızdan tek tek tespit edilip savcılığa başvuru yapılmıştır. Bu yüzden dönemin Organize Suçlar Şube Müdürü A. B. adli görevi kötüye kullanmak ve adli mercileri yanıltmaktan halen Fatih 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Ancak bu operasyon nedeniyle hem meslekten çıkartıldım, hem adli ceza aldım…”
( syf. 148-149 )

Kendisinin de bizzat tanık olduğunu söylediği emniyetteki cemaat ögütlenmesinin 1978’lerde özellikle polis okulları, polis koleji ve akademisinde faal halde bulunduğunu belirten Saçan şöyle diyordu: “Başlangıçta eğitim, personel, okullar gibi geri plandaki birimlerde sonraları, İstihbarat Daire Başkanlığı ki orada çalıştığım
1988-91 döneminde müthiş örgütlüydüler, Kaçakçılık, Terörle Mücadele, Asayiş Daire Başkanlığı ve ilgili il birimlerinde yaygın ve etkili olarak örgütlendiler. Yurtdışına gidişler ve yurtdışı eğitim kurslarında liyakat cemaate mensubiyetle ölçülmekteydi... Bu arkadaşlarımız genelde mülayim, dindar, kimseye bir zarar vermeyen sessiz, ağırbaşlı, dürüst yapıdaydılar. Gün geçtikçe emniyet örgütünde ciddi anlamda güçlendiklerini görüldü… Savunmama başlarken 1980 yılında üç komiser yardımcısının Polis Kolejine atandığını ve bundan sonra okuldan Işık Evlerine gitmelerin başladığını belirtmiştim. Bunlardan birisinin halen İstihbarat Daire Başkanı R. A. olduğunu söylemiştim. R. A. Trabzon Emniyet Müdürü iken Rahip Santaro cinayeti oldu. Mc Donald’s bombalandı. Futbolcu Gökdeniz Karadeniz’in evi ve arabası kurşunlandı, bazı göstericiler linç edilmeye kalkışıldı ve sonunda Trabzon’dan kalkıp İstanbul’a gelen birileri Hrant Dink’i öldürdü. R. A. İstihbarat Başkanı olduktan sonra Danıştay Saldırısı gerçekleşti ve YÖK baskını oldu. O dönemki ikinci Komiser yardımcısı Malatya Emniyet Müdürü A. O. K.’dır. Orada da Zirve Katliamı oldu. Üçüncüsü Mustafa Sağlam’dır. O da Haziran 2009 kararnamesi ile Diyarbakır Emniyet Müdürü oldu. Orayı da dikkatle izlemek lazım. Yine Atatürk köşesi konusunda tartıştığımız devre arkadaşım H. Ç. 2007 yılında İstanbul Terörden Sorumlu Müdür Yardımcısı olarak Ergenekon operasyonunu hazırlayan kişidir. Bunları kesinlikle suç isnadı için söylemiyorum. Yalnızca hayatın ne kadar ilginç tesadüflere dolu olduğuna olan inancımı anlatmaya çalışıyorum. Bu arada, beni Ergenekon sanığı da yapan ve meslekten çıkarılmama neden olan Duyusan şirketinin deposunun basılmasında şikâyetçi olduğum dönemin Emniyet Müdür Yardımcısı Ş. D. da (şimdi Rize Emniyet Müdürü) Hrant Dink’in öldürüleceğine dair Trabzon Emniyet Müdürlüğünün resmi yazısını işleme koymayanlardan birisidir. Dink öldürüldüğünde Rize Emniyet Müdürüydü, ‘Acaba o gün İstanbul’da mıydı?’ diye sorası geliyor insanın.”
( syf. 149-150 )

........ Ve en önemlisi Türkiye’nin tamamının bir “Tele Kulak” cenneti olduğunu artık kimse inkâr edemiyor. Kitabın hazırlanması aşamasında, kendi telefonlarını dinlendiğini bildiği gibi yılardır benim telefonlarımın da dinlenmesi nedeniyle, Emniyet içindeki üst düzey bir yetkili, “Seni farklı numaralardan aradığımda ve XXX dediğimde çıkıp bakkaldan ya da ankesörlü telefonlardan beni ara” demesi ise konunun vahametinin bir göstergesi olarak önemli.
Işık Evleri, dershaneler, yurtlar derken dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdaki ilköğretimden üniversiteye kadar uzanan irili ufaklı eğitim kurumlarından bahsediyoruz. Bunların bir parçası olarak da verilen eğitim bursları da bu zincirin önemli bir halkası. Burs alanında cemaatin hem ideolojik olarak karşısında duran hem de rakibi olan en büyük yapı da kuşkusuz ki Çağdaş Eğitim Vakfı ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğiydi. Bu vakıflar, askerler ve köktenlaik çevreleri de arkalarına alarak kısa sürede örgütlenip Gülenci ve diğer İslamcı cemaatlerin karşısına alarak burs dağıtıyorlar, kız çocuklarının okula gönderilmesine ilişkin kampanyalar düzenliyorlardı. Askerlerle ve bazı Ergenekon sanıklarıyla olan dirsek teması ve kimi zaman faşizmle özdeş tutulan ideolojik saplantıları ayrı bir değerlendirme konusu ama ilginç olan bu iki kurumun da bir kumpasla 2007’den itibaren adı sıkça anılan Ergenekon soruşturmalarına dâhil edilmesi oldu. Ergenekon soruşturması ve davalarının zanlı ya da sanıklarını gerçek suçlarından yargılamaktan çok tamamen bir karalama ve itibarsızlaştırma, siyaset sahnesinde rakiplerini yok ederek tek büyük güç olma planını bir parçası gibi işlediği tespiti yapmak mümkün. Örneğin, yıllarca ÇYDD’nin başkanlığını yapmış ve ömrünü çağdaş bir Türkiye’nin önemine vurgu yaparak eğitime adamış olan Türkan Saylan’ın adının da Ergenekon kapsamında anılması ve hatta evinin basılarak aranması bizzat Ergenekon destekçisi çevrelerden de büyük eleştiri almıştı. ÇEV’in cemaate rakip olması bir yana hedef haline gelmesinde en büyük etken kuşkusuz ki Fethullah Gülen hakkında açılan davada müdâhil olarak yer alması ve Işık Evleri’nde yetiştikten sonra “itirafçı” olan kişileri bulup tanıklık yaptırtmasıydı. Bu nedenle üzerinde baskı kurulmaya çalışılan ÇEV ve ÇYDD, Saadettin Tantan’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde kapatılmak istendi. Bu amaçla vakıf ve dernek üzerinde yapılan araştırmalar incelemelerden bir sonuç çıkmadı. Derken İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Değerlendirme Bölümü’nde görevli komiser B.Ö. polis kimliğini kullanarak vakfa ajan olarak sızdı. O süreçte evi de kurşunlanmış olan Yaşer’e hem kendisine hem de vakfa yönelik saldırılara ilişkin yardımcı olacağını söyleyerek sızan Komiser B.Ö., iddiaya göre önce Fethullah Gülen’le ilgili görülen davanın tanıkları arasında olan Işık Evleri’nde yetişen “itirafçı”ların kimliğini öğrenip tanıklıklarından vazgeçmesini da sağladı. Ardından da vakfın dağıttığı burslardan PKK’lıların da yararlandırıldığı iddiasını oluşturacak gizli kamera çekimleri gerçekleştirdi.
( syf. 151-152 )

4 Mayıs 2002’de cemaat bağlantılı Işık TV isimli kanalda bir “özel haber” yayınlandı. Haber gerçekten özeldi. Çünkü bir polisin çektiği gizli kamera görüntüleri yayınlanıyordu. Özellikle cemaat medyası başta olmak üzere İslamcı basının hararetle yer verdiği, tartışıp gündemde tutmaya çalıştığı bu haberin görüntülerinin İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden nasıl çıktığı ise hiç sorgulanmadı. Daha sonra Ergenekon sanığı da olan ÇEV Başkanı Gülseven Yaşer görüntülerde gizli kamera kaydını yapan ajan polis B.Ö.’yle, ÇEV’in dağıttığı burslardan PKK’lıların da yararlandırıldığı iddiasını oluşturacak şekilde konuşurken görülüyordu. Yaşer bu konuyla ilgili yaptığı açıklamalarda, B.Ö.’nün, ÇEV bursu alanlardan iki kişinin PKK ile temasta olabileceğini söylemesi üzerine konunun araştırıldığını, hem bu öğrencilerin okuduğu üniversitelerden hem de Cumhuriyet Savcılıklarından alınan adli sicil kayıtlarında böyle bir bilgiye rastlanılmadığını söylemişti. Yaşer’in daha sonra yaptığı açıklamalarda “montajlanmış” dediği çekimler Samanyolu TV ve Kanal 7’de de gösterilip başta Zaman gazetesi olmak üzere İslamcı cenahın gazetelerinde sıkça işlendi. Gülseven Yaşer’in bu görüntüleri, cemaat televizyonunda yayımlanmasından 2 gün sonra müdâhili olduğu Gülen’in yargılandığı davanın 6 Mayıs 2002’deki duruşmasında da Gülen’in avukatları tarafından bant çözümü sunularak mahkemeye verildi. Hemen ertesinde de 33 şehit ailesi adına Yaşer ve ÇEV hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Ankara DGM’ye yapılan bu suç duyurusu görevsizlik kararıyla İstanbul’a gönderildi. 28 Mayıs 2002’de Yaşer’in, İstanbul Emniyet Müdürlüğü polislerince sorgulanmasından sonra İstanbul 6 Nolu D.G.M. Başkanlığı’nın verdiği arama emri uyarınca ÇEV’e 3 Haziran 2002’de yaklaşık 20 kişilik polis grubuyla baskın düzenlendi. Kütüphanede yapılan aramanın ilk dakikasında ise PKK yanlısı el broşürleri ile 2 adet Abdullah Öcalan’ın kitabı bulundu. Kütüphanedeki tüm kitaplarda ÇEV mührü olmasına rağmen bu kitaplarda yoktu. Bulunanlar arasında vakıf çalışanlarının daha önce görmediklerini iddia ettikleri birkaç CD de vardı. İşte o CD’lerden birinin içinde de, ilginç bir tesadüf eseri ÇEV’in de müdahil olduğu Gülen davasının görüldüğü Ankara 2 No’lu DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in bir kadınla sevişirken gizli kamerayla çekilmiş görüntüleri vardı.
( syf. 152-153 )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder