31 Temmuz 2011 Pazar

Herkes Konuşuyor Ama Ben Bilmiyorum Şu HES’i

HES'lerin yarattığı tahribattan bir görüntü.

Geçen gün bloğumuzdaki “behice hanım ve nöronlarım” yazısını okuduysanız, Yiğit en sondaki notta bize bir eleştiri yapıp bu blog çok siyaset kokuyor diyordu anladığım kadarıyla. Benim de bu nota epeyce alındığımı söylemem gerekiyor. Şakası bir yana pazar gününün rehavetiyle birazcık şu siyaset karmaşası içinden çıkayım diye düşündüm. Hidroelektrik santralleri nedir, protestolar nedendir, bunları konuşmak istiyorum. HES’ler artık siyasi bir platformda da tartışılsa da –yine hükümet içindekilerin yakınlarının bu projelerde olduğu gibi– sadece çevre yönünden bakmak istiyorum tam anlamıyla anlayabilmek için ve siyasete girmemek için.

Öncelikle hidroelektrik santrallerin kabaca çalışma prensibi, yüksekten akan dere suyunun enerjisi çeşitli yollardan geçirilerek elektrik enerjisine dönüştürülür. Bu yüzden de derelerin üzerine hidroelektrik santraller kuruluyor ve kurulmak isteniyor. Şimdi buraya kadar ne var bunda diyebilirsiniz. İşte su akıyor ve bu sayede enerji üretiliyor; hem de görünüşe göre çevreye de bir zararı yok diyebilirsiniz. Ancak sorun tam da bundan sonra başlıyor. Suyun enerjisi artsın diye ve su dere yatağından değil de borular vasıtasıyla aksın diye ormanlar tahrip ediliyor, ağaçlar kesiliyor, vadiler yok ediliyor. O borularla taşınan su yüksek bir yamaçtan, kurulan havuza dökülüp, o enerjiyle de elektrik enerjisi elde ediliyor. Bu yüzden de dere yataklarından su akamıyor, oralardaki yeşillik ve doğa harikası bölge susuzluğa terk ediliyor. Tüm Avrupa’da 12 bin olan bitki türü sadece Türkiye’de 10 bin iken, bu yanlış su politikası yüzünden bitki türleri yok oluyor. Aynı zamanda tarihi miraslarımız olan Allianoi ve Hasankeyf de bu yanlış politikalar ve suyu kullanmayı bilememizden, öğrenmeye çalışmamız yüzünden sular altında kalıyor.

O bölgelerde yaşayan insanlar geçim kaynakları olan suyun özgürce akabilmesi için yokluklar içindeyken hayvanlarını, tarlalarını satarak davalar açıyor ancak mahkeme iptal etse bile santrallerin kurulmasına devam ediliyor. Yanlış da anlaşılmasın üç beş santralden de bahsetmiyoruz. 2000 tane kurulması planlanan santrallerden bahsediyoruz. Bu, Türkiye’nin tüm derelerinin satılması demek. Milyonlarca ağacın kesilmesi, ekosistemin yok olması demek. Yaklaşık olarak 50 yıl sonra doruğa ulaşması beklenen su kıtlığı yüzünden başlaması beklenen su savaşlarına rağmen Türkiye’nin su fakiri olması demek.

Son olarak bu konuyla ilgili hazırlanmış bir belgeseli izlemenizi tavsiye ediyorum.

Anadolu’nun İsyanı: http://www.vimeo.com/19937849

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder